Küba’yı bugün olduğu haliyle anlamak için, adanın epey sert ve karmaşık geçmişine doğru geri sarmak şart. Çünkü Karayipler’in en büyük adası, yüzyıllar boyunca büyük güçlerin çekiştiği, istila edildiği, sömürüldüğü ve sonunda da devrimle bambaşka bir yola girdiği bir sahne oldu.
Karayipler’in Kilidi: Neden Herkes Küba’nın Peşindeydi?
Coğrafya, Küba’nın kaderini baştan yazmış diyebiliriz. Tropik iklimi, bereketli toprakları ve balık açısından zengin okyanus suları sayesinde ada, yüzyıllar boyunca göçmenlerin, tüccarların ve işgalcilerin gözdesi oldu.
İngiltere, Fransa ve İspanyol İmparatorluğu’nun hepsi bu adaya göz dikti; sonunda ipleri eline alan İspanya oldu. İspanyollar için Küba, Amerika kıtasına açılan kapı, yani “Yeni Dünya” projesinin kilit taşıydı. Latin Amerika’ya giden gemiler için Havana bir nevi ana üs konumundaydı.
Kolomb’dan Önce: Adanın İlk Halkları
Küba’da insan yaşamının izleri yaklaşık 4.000 yıl öncesine uzanıyor. Yani Mısır piramitlerinden bile daha eski bir geçmişten bahsediyoruz.
Adanın yerli halkları:
- Palmiye yapraklarıyla kaplı kulübelerde veya mağaralarda yaşıyor,
- Yer elması, yucca, fıstık, balık ve av hayvanlarıyla besleniyor,
- Ve en önemlisi, tütün yetiştirip içen ilk topluluklar olarak tarihe geçiyordu.
Bugün “Küba denince puro” diye düşünüyorsak, bunun kökü aslında bu yerlilere dayanıyor.
1492: Kolomb’un Gelişi ve Felaketin Başlangıcı
28 Ekim 1492’de adanın ufkunda üç gemi belirdi. Yerliler, bu gemilerden çelik miğferli, zırhlı, açık tenli adamların indiğini gördüler. Bu insanlar İspanyollardı ve başlarında Kristof Kolomb vardı. Kolomb, Hindistan ve Çin’e batı yolunu ararken Küba’ya çarpmıştı.
Seyahatin finansörü ise Kastilya Kraliçesi Isabella ve Kral Ferdinand’dı. Kolomb büyük miktarda altın ve gümüşle değil, “Kızılderililer” diye adlandırdığı yerlilerle İspanya’ya döndü. İspanya, onu kısa süre içinde tekrar geri gönderdi; amaç artık açıktı: Yeni Dünya’yı fethetmek.
Kâğıt üzerinde, yeni dünyada kölelik olmayacağı söylenmişti. Pratikte ise olan bambaşka oldu.
Yerli Halkın Yok Oluşu
Kolomb’un dönüşünde yerliler onu sıcak karşıladı. Ancak kısa sürede dengeler altüst oldu.
- Yerlilerin askeri gücü yoktu,
- İspanyolların çelik kılıçlarına ve ateşli silahlarına karşı savunmasızdılar,
- Bir de üzerine kızamık, çiçek hastalığı gibi Avrupa’dan taşınan salgınlar eklendi.
Birkaç yıl içinde, adanın yerli nüfusunun yaklaşık %90’ı hastalık, şiddet ve sömürü nedeniyle yok oldu.
İspanya, Hristiyanlık adına zafer nutukları atarken, Yeni Dünya’da ölüm, kölelik ve yağma hüküm sürüyordu. Karayipler’in kilit noktası olan Küba, bu düzenin merkezine oturdu. Latin Amerika’dan gelen altın, gümüş ve baharat yüklü gemiler Havana’dan geçti. İspanyollar bu listeye bir ürün daha ekledi: tütün.
16.yüzyıl boyunca tütün, Küba’nın en değerli ihracat ürünü haline geldi. Kübalı yerlilerin içtiği bu bitki, İspanyol denizciler ve tüccarlar sayesinde dünyaya yayıldı; ada “tütün adası” olarak anılmaya başladı.
Köleliğe Giden Yol: Afrika’dan Karayipler’e
Kolomb’un adaya gelişinden yaklaşık bir yüzyıl sonra, adanın yerli halkının büyük bölümü tükenmişti. Topraklar hâlâ verimliydi, kazançlı bir tarım ekonomisi kurulabilirdi ama iş gücü yoktu.
Çözüm, dönemin vicdansız tüccarları için çok “basit”ti: Afrika’dan köle taşımak.
- 12,5 milyon Afrikalı köle gemilere doldurulup Amerika kıtasına gönderildi,
- Yaklaşık 1,5 milyonu daha yolda hayatını kaybetti.
Kölelik, Küba’da İspanyol egemenliği altında hızla kurumsallaştı. Başlangıçta daha sınırlı ölçekte olsa da, asıl büyük patlama Haiti’deki şeker ekonomisinin çöküşüyle yaşandı.
Haiti İsyanı ve Küba’nın Şekerle Yükselişi
Küba tütünle öne çıkarken, komşu ada Haiti 1660’lardan itibaren Fransız sömürgesi olarak şeker kamışı üzerine kurulu bir ekonomi geliştirmişti.
1789’a gelindiğinde:
- Haiti’de 32.000 beyaz göçmene karşılık 432.000 Afrikalı köle vardı.
1791’de Haiti’de köleler büyük bir isyan başlattı, efendilerini öldürdü ve özgürlük için kanlı bir mücadeleye girişti. Sonuç: Haiti’nin şeker endüstrisi neredeyse tamamen yok oldu.
Dünyanın ana şeker üretim merkezi bir anda devre dışı kalınca, Küba için büyük bir fırsat doğdu.
- Haiti’den birçok zengin çiftlik sahibi Küba’ya kaçtı,
- Yanlarında hem sermayelerini hem de şeker üretimindeki uzmanlıklarını getirdiler.
Kübalılar bu göçmenleri kucaklayarak, adayı Karayipler’in yeni şeker üssü yapmayı hedeflediler. Bunun bedeli ise daha fazla Afrikalı kölenin tarlalara sürülmesi oldu.
İngilizler Köleliği Bırakırken, Küba Aynı Yola Girmiyor
Haiti devrimi, köleliğe dair tüm sistemi sorgulatmaya başlamıştı. Dünyanın pek çok yerinde köleliğin kaldırılması gerektiğine dair sesler yükseliyordu.
- 1 Ağustos 1834’te İngiltere, imparatorluğundaki tüm kölelerin özgür olduğunu ilan etti.
İspanya ise bu yolu takip etmeyi reddetti. Çünkü Küba’daki şeker ekonomisi, köle emeğine dayanıyordu.
19.yüzyıl ortalarına gelindiğinde:
- Küba, dünyanın en büyük şeker ihracatçısıydı,
- Afrikalı köle taşınması fiilen sürüyordu,
- Nüfus sayımlarında çoğu zaman Afrikalı kölelerin sayısı İspanyol kökenli göçmenlerden fazlaydı.
Bugün bile Küba nüfusunun yaklaşık %60’ının köle kökenli ailelerden geldiği söylenir; bu, o dönemin ne kadar belirleyici olduğunu gösteriyor.
ABD’de Kölelik Biterken, Küba’da Devam Ediyor
Küba’nın en büyük şeker alıcısı kuzeydeki komşusu, yani ABD’ydi.
1860’ta kölelik karşıtı Abraham Lincoln’ün başkan seçilmesinden sonra:
- Güney eyaletleri birlikten ayrıldı,
- İç savaş başladı,
- Savaş sürerken Lincoln köleliği kaldırdı,
- Dört yıl sonra kuzey kazandı ve ABD’de kölelik resmen sona erdi.
Küba’da ise tablo bambaşkaydı; kölelik hâlâ sistemin temel parçasıydı.
Doğu ve Batı Küba: Aynı Ada, Farklı Hayatlar
Yüzyılın başında Küba, doğu ve batı olarak ikiye bölünmüş bir yapıdaydı.
- Batıda yer alan Havana’da İspanyol kökenli zengin tüccarlar ve üst düzey devlet görevlileri yaşıyor, şeker ticaretinden ciddi servet elde ediyorlardı.
- Kırsal kesim ise sefalet ve ağır sömürüyle boğuşuyordu.
Çiftlik sahipleri, her an bir köle isyanı çıkmasından korkuyordu. Fakat tarih sahnesine çıkan ilk büyük isyan, kölelerden değil, bir toprak sahibinden geldi.
Carlos Manuel de Céspedes ve İlk Bağımsızlık Savaşı
Carlos Manuel de Céspedes, Küba’nın bağımsızlık mücadelesiyle özdeşleşmiş bir isimdir. 1868’de:
- İspanya’nın ağır vergileri yüzünden şeker çiftlikleri zor duruma düşmüştü,
- Céspedes, halkı isyana çağırdı,
- Küba’nın bağımsızlığını ilan etti ve kendi kölelerini özgür bıraktı.
Böylece Küba’nın İspanya’ya karşı verdiği uzun soluklu savaş dönemi başladı.
Yaklaşık 10 yıl süren bu mücadelede:
- Kübalılar, 12.000 kişilik İspanyol birliklerine karşı savaştı,
- 100.000’den fazla insan hayatını kaybetti,
- Sonunda 1878’de barış anlaşması imzalandı.
Savaş kaybedilmişti ama bazı önemli adımlar atılmıştı:
- İfade özgürlüğü tanındı,
- Siyasi partilerin kurulmasına izin verildi.
Yine de Küba, hâlâ İspanyol sömürgesi olarak kaldı. Kölelik de tam anlamıyla bitmedi; sadece dışarıdan köle getirilmesi durduruldu. Savaşta yer aldığını kanıtlayabilen köleler serbest bırakılırken, diğerleri tarlalarda çalışmaya devam etti. Köleliğin tamamen kaldırılması ancak 1886’da gerçekleşti.
José Martí: Kalemiyle Savaşan Devrimci Şair
İspanya’nın yaptığı reformlar, birçok Kübalı için yeterli değildi. Binlerce kişi sürgüne gönderildi; aralarında genç bir gazeteci ve şair de vardı: José Martí.
Martí:
- Havana doğumluydu,
- Özgürlük ve bağımsızlık fikrine tutkuyla bağlıydı,
- Küba’nın bağımsızlık hayalini yazılarıyla besleyen bir entelektüeldi.
Savaş sırasında İspanyollar tarafından yakalanmış, ağır çalışmaya mahkûm edilmiş, sonrasında da ülkesinden koparılmıştı. ABD’ye yerleştiğinde, sürgündeki Kübalıların yeni bir savaş hazırlığı içinde olduğunu gördü.
Afro-Kübalılara okuma yazma öğretti, yazılarıyla büyük kitlelere seslendi ve bağımsızlık fikrini besledi. 19. yüzyılın en önemli İspanyolca yazarlarından biri haline geldi. Guantanamera şarkısına ilham olan dizeleri de onun kaleminden çıkmıştı.
Onun meşhur yaklaşımı şuydu: Vatanı olmayan insan, özgür olmayan vatan olmaz.
Martí, Küba’nın özgürlüğü için sadece teori üretmekle kalmadı; aktif mücadeleye de katıldı.
İkinci Bağımsızlık Savaşı ve José Martí’nin Ölümü
Martí, sürgünde olmasına rağmen birleştirici bir figür haline geldi. Maceo ve Máximo Gómez gibi askeri liderlerle güçlerini birleştirerek yeni bir ittifak kurdu. Amaç netti:
- Küba’yı İspanyol egemenliğinden, ne pahasına olursa olsun kurtarmak.
Sürgündeki Kübalılardan para toplandı, silah alındı, bunlar gizlice adaya gönderildi.
11 Nisan 1895’te Martí ve diğer komutanlar Doğu Küba’ya ulaştılar. Burada, İspanya’ya karşı daha önce savaşmış tecrübeli askerlerle buluştular.
Ancak José Martí’nin askerlikten çok bir şair ve düşünür olduğu kısa sürede ortaya çıktı. İlk büyük çatışmada, 19 Mayıs 1895’te, göğsüne isabet eden bir kurşunla hayatını kaybetti.
O, özgürlük mücadelesinin sonucunu göremedi; fakat bıraktığı etki, Küba halkının bağımsızlık arzusunu kalıcı hale getirdi.
Valeriano Weyler ve Toplama Kampları
İsyanlar güçlenip İspanyol ordusu tekrar tekrar yenilgi almaya başlayınca, Madrid yönetimi daha sert bir isim göndermeye karar verdi: General Valeriano Weyler.
Weyler’in uygulamaları arasında “toplama” politikası öne çıkıyordu. Bu sisteme göre:
- Kırsalda yaşayan halk, zorla kasabalara taşınıyor,
- Devrimcilerin köylerden destek alması engellenmek isteniyordu,
- Köylerde kalanlar idam ediliyor,
- Tarım alanları, hatta muz ağaçları bile yok ediliyordu.
Köylülerin şehirlere yığılması, şehirleri kaldıramayacağı bir yükle karşı karşıya bıraktı. Ardından toplama kampları kuruldu. Buraya sürülen on binlerce insan, açlık ve hastalıkla baş başa bırakıldı.
Yaklaşık 400.000 kişi zorla yerinden edildi; bunların 155.000–170.000 kadarı bu süreçte hayatını kaybetti. Bu, Küba tarihinin en karanlık insanlık krizlerinden biriydi.
ABD Sahneye Çıkıyor: Maine Zırhlısı ve Bilgi Savaşı
Küba’daki bu vahşet, adanın güçlü komşusu ABD’yi de işin içine çekti.
- Kübalı isyancılar, ABD’nin devreye girmesini son umut olarak görüyordu.
- Aynı dönemde Amerikan basını, Küba’daki zulmü manşetlere taşıyordu.
Joseph Pulitzer ve William Randolph Hearst gibi medya patronlarının gazeteleri, kamplardaki dramın fotoğraflarını ve tanıklıklarını yayımlayarak büyük bir kamuoyu baskısı oluşturdu. Bu, tarihteki ilk büyük “bilgi savaşlarından” biri sayılabilir.
ABD Başkanı William McKinley, bir yandan savaş istemiyor, bir yandan da kamuoyunun baskısıyla sıkışıyordu. İspanya’ya bir ültimatom gönderdi:
- Küba özgür bırakılmazsa, ABD isyancılara modern silah sağlayacaktı.
Güç gösterisi olarak da ABD donanmasının modern zırhlılarından biri, 1898 Ocak ayında Havana Limanı’na gönderildi: USS Maine.
USS Maine Patlaması ve Savaşın Fitili
15 Şubat 1898’de, USS Maine Havana’da demirliyken gemide büyük bir patlama yaşandı.
- 355 kişilik mürettebattan 261’i hayatını kaybetti.
Kimin, neden yaptığına dair farklı teoriler ortaya atıldı:
- ABD’nin müdahale için bahane üretmek amacıyla gemiyi kendisinin patlattığını düşünenler vardı,
- Bazıları, Kübalı isyancıların ABD’yi savaşa çekmek için bu yola başvurduğunu savunuyordu,
- İlk tepki ise “İspanyollar yaptı” yönündeydi.
Amerikan kamuoyu öfke içindeydi. Başkan McKinley, artık baskıya daha fazla direnemedi ve 21 Nisan 1898’de İspanya’ya savaş ilan etti. Resmi gerekçe: Küba’ya bağımsızlığını kazandırmak.
İspanya–ABD Savaşı ve İspanya’nın Çöküşü
Savaş başladığında:
- Küba’daki İspanyol ordusu dışarıdan destek alamıyordu,
- ABD donanması adayı denizden kuşattı,
- İspanyol filosu Santiago Limanı’nda sıkıştı.
ABD ordusu, Küba’ya asker çıkardı. Normal ordu personeli yetmediği için gönüllü birlikler oluşturuldu. En ünlüsü “Rough Riders” grubuydu. Komutanları, ileride ABD başkanı olacak olan Theodore Roosevelt’ti.
Rough Riders, Santiago çevresindeki tepelerde İspanyollara karşı saldırıya geçti. Çatışmalar ağır kayıplarla sonuçlandı ama nihayetinde ABD tarafı galip geldi. Roosevelt ve birliği, savaşın kahramanları olarak ün kazandı.
3 Temmuz 1898’de İspanyol filosu kaçmayı denedi. İki saat süren deniz çatışması sonunda:
- İspanya filosu tamamen imha edildi,
- 323 İspanyol denizci öldü, 1.729’u esir alındı,
- ABD tarafında sadece bir ölü, bir yaralı vardı.
Bu yenilgiyle birlikte İspanya için savaş fiilen bitti. Havana’daki İspanyol bayrağı 13 Ağustos 1898’de son kez indirildi.
Ama yerine Küba bayrağı değil, ABD bayrağı çekildi.
Bağımsızlık Hayali Yine Yarım: Platt Yasası ve Guantanamo
İspanya’nın yenilgisi, Theodore Roosevelt için politik bir sıçrama tahtası oldu ve 1901’de ABD başkanı seçildi. Savaştan önce verilen sözler gereği Küba bağımsız bir cumhuriyet olacaktı. Fakat bu sürecin büyük bir “ama”sı vardı.
Bu sırada Amerikan şirketleri, Küba ekonomisinin geniş bir bölümünü ele geçirmişti. ABD, adadan çekilmeden önce kendini güvenceye almak istiyordu.
1901’de Küba’da yeni anayasa hazırlanırken, ABD Senatörü Orville Platt’ın adıyla anılan şartlar gündeme geldi:
- ABD, gerektiğinde Küba’ya müdahale edebilecekti,
- Amerikan çıkarları garanti altına alınacaktı,
- ABD, Küba’da askeri üs kurma hakkına sahip olacaktı.
Kübalılar bunu ilk anda reddetti, çünkü bu şartlarla “bağımsızlık” kağıt üzerinde kalıyordu. Ancak Platt koşulları kabul edilmezse, ABD birlikleri adadan çekilmeyecekti. Sonunda, baskı altında bu hükümler anayasaya eklendi.
Askeri üs için seçilen yerlerden biri Guantanamo Körfezi oldu.
- Doğal ve derin bir limandı,
- Büyük savaş gemileri için çok uygundu,
- 1903’ten itibaren ABD, burayı Küba’dan yıllık 4.085 dolar karşılığında “süresiz” kiralamaya başladı.
Guantanamo, bugün hâlâ iki ülke arasındaki en tartışmalı meselelerden biri.
İlk Cumhurbaşkanlık Seçimi ve ABD Gözetiminde Bir Özgürlük
1901’de Küba’da ilk başkanlık seçimi yapıldı.
- Bağımsızlık savaşının önemli generallerinden biri, ABD’yi protesto etmek için adaylıktan çekildi.
- Geriye tek güçlü aday kaldı: ABD’de sürgünde yaşamış bir Kübalı olan Tomás Estrada Palma.
31 Aralık 1901’de yapılan seçimde Estrada Palma oyların yarısından fazlasını alarak Küba’nın ilk cumhurbaşkanı oldu. Teknik olarak demokratik seçimle iş başına gelmişti, fakat Platt Yasası’nın gölgesinde…
Havana’nın merkezine, USS Maine’de ölen Amerikalılar için bir anıt dikildi. Tepesinde, Küba’yı koruyan bir Amerikan kartalı yer alıyordu. Sembolik olarak bile, kimin söz sahibi olduğu açıktı.
Özetle: Eski Sömürge Biterken Yeni Bağımlılık Başlıyor
1901 sonrasında:
- 400 yıllık İspanyol sömürge yönetimi sona ermişti,
- Ancak Küba tam anlamıyla özgür bir ülke olmamıştı,
- ABD’nin askeri, ekonomik ve siyasi gölgesi adanın üzerinde durmaya devam ediyordu.
Küba, demokrasiyle yeni tanışmış bir toplumdu ve bu sistemi dış baskı altında, sürekli müdahale tehdidiyle uygulamaya çalışıyordu.
İspanya’dan bağımsızlık kazanılmıştı ama bu kez de başka bir gücün etkisine girilmişti. USS Maine’den, Pulitzer ve Hearst’ün gazetelerinden, İspanya–ABD Savaşı’ndan ve Platt Yasası’ndan sonra; Küba ile ABD arasındaki ilişki hep gergin, hep çelişkili kaldı.