İzlanda gezilecek yerler listesini açmadan önce şunu söyleyelim: İzlanda, insanın hayatında en az bir kez mutlaka görmesi gereken ülkelerden biri. Çünkü burası gezegenimizin geri kalanıyla aynı ligde oynamıyor; lav tarlaları, buzullar, şelaleler, siyah kumlu sahiller ve gökyüzünde dans eden auroralar arasında kurulu kocaman bir doğa sahnesi. Yani tam bir “dünya dışı” deneyim. Eğer “İzlanda gezilecek yerler nereler, nasıl bir rota yapmalıyım, hangi bölgeleri önceliklendirmeliyim?” diye düşünüyorsanız, bu rehber tam size göre.

Dünyanın en pahalı ama aynı oranda en yüksek yaşam standartlarına sahip ülkelerinden biri olan İzlanda; suç oranının yok denecek kadar düşük olduğu, çevre bilincinin hayatın her anına işlendiği, doğaya saygının bir yaşam biçimi hâline geldiği bir ada ülkesi. Bu yüzden buraya adım attığınız anda fark ediyorsunuz: İzlanda, bugüne kadar gördüğünüz hiçbir yere benzemiyor.
İster ilk kez gidecek biri olun, ister “ben zaten Nordik ruhluyum” tayfasından… Bu rehberde hem en popüler yerleri hem de pek bilinmeyen fotoğrafik noktaları bulacaksınız. Üstelik ulaşım tüyoları, en iyi zaman önerileri ve rota planlamaları da cabası. Gelin şimdi İzlanda’nın o delirtici güzelliğine beraber dalalım. (Spoiler: Burada doğa filtre kullanmıyor, her şey gerçekten böyle.)
İZLANDA’DA GEZİLECEK YERLER: Bölge Bölge İzlanda Rota Önerileri

İzlanda gezilecek yerleri beş bölüme ayırmak hem rota planlamasını kolaylaştırıyor hem de her bölgenin kendine has doğasını daha iyi anlamanı sağlıyor. Güney İzlanda, İzlanda gezilecek yerler listesinin kalbi sayılıyor; çünkü en ikonik şelaleler, siyah kumsallar ve buzul lagünleri bu bölgede toplanmış durumda. Güney İzlanda, ülkenin en ikonik şelalelerini, siyah kumlu plajlarını ve ünlü Golden Circle duraklarını barındırıyor. Ayrıca Vatnajökull buzulunun devasa kolları, buzullu göller ve dramatik dağ siluetleriyle adeta başka bir gezegen gibi. Kuzey İzlanda, volkanik vadileri, termal havuzları ve balina gözlemiyle bambaşka bir atmosfer sunuyor. Doğu İzlanda, sakin köyleri, fiyort manzaraları ve daha “keşfedilmemiş” yürüyüş rotalarıyla gizli hazinelerle dolu. Batı İzlanda ise lav mağaraları, sıcak su kaynakları ve Snaefellsnes Yarımadası’nın kartpostallık manzaralarıyla, “İzlanda’nın kısaltılmış versiyonu” gibi gezginleri kucaklıyor. Her bölge farklı bir enerji taşıyor; hepsini birleştirdiğinde ise İzlanda’nın büyüsünü tam olarak hissediyorsunuz.
İZLANDA GOLDEN CIRCLE GEZİLECEK YERLER
İzlanda’ya ilk kez geliyorsanız yapmanız gereken ilk rota şüphesiz Golden Circle, yani Altın Çember olacaktır. İzlanda gezilecek yerler listesinin en önemli rotası budur. Bu rota, hem İzlanda’nın doğa harikalarını tanımak hem de ülkenin jeolojik mucizelerine hızlı bir giriş yapmak için en ideal başlangıçtır. Altın Çember rotasını tek tek tüm durakları, aralarındaki mesafeleri ve her noktada sizi nelerin beklediğini bu rehberde detaylıca paylaşıyoruz. Amacımız; tek başınıza planladığınız İzlanda yolculuğunu kolaylaştırmak, kafanızı karıştırmadan adım adım takip edebileceğiniz net bir güzergâh sunmak. Rota boyunca bizim önerilerimizle ilerlerseniz hem zaman kaybetmez hem de mükemmel bir Golden Circle deneyimi yaşarsınız.
Golden Circle turu, İzlanda’nın başkenti Reykjavík’ten başlayarak şu sırayla ilerler:
Reykjavík → Þingvellir Ulusal Parkı → Geysir → Gullfoss → Kerid Krater Gölü → Hveragerði → Reykjavík
Toplam rota uzunluğu yaklaşık 240 km’dir ve gün içinde rahatlıkla tamamlanabilir.
1. Reyjkavik – İzlanda’nın Başkenti

Reykavik’in doğal limanıyla ülkenin refahının ana kaynağı. Ülkenin gelir kaynağı için bir geçiş noktası adeta. Balık İzlanda’nın süper yiyeceği ülkenin en önemli ihraç maddesidir. İzlandalıların hayata kalmasını sağlayan şey. Ülkenin toplam nüfusunun %60’ının yaşamakta olduğu başkentte metrekare başına düşen insan sayısı üçtür.
Hallgrimskirkja kilisesi 74.5 metre uzunluğu ile şehrin her noktasından görülebilmektedir. Kule ziyareti pazar günleri hariç her gün açıktır. Giriş ücreti yetişkinler için 1000 ISK, çocuklar için (7-16 yaş) 100 ISK’dır.
Şehri yürüyerek veya bisikletle baştan sonra gezebilirsiniz. En önemli caddeleri Laugavegur, Bankastræti, Austurstræti, Lækjargata, Skólavörðustígur’dur. Eski liman bölgesindeki Harpa Konser binasını ziyaret edebilirsiniz.
2.Þingvellir (Thingvellir) Ulusal Parkı

İzlanda’nın en önemli doğal ve tarihi noktalarından biri olan Þingvellir (Thingvellir) Milli Parkı, Golden Circle rotasının kalbini oluşturuyor. Burası yalnızca büyüleyici manzaralarıyla değil, aynı zamanda jeolojik ve kültürel önemiyle de UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alıyor. Yeryüzündeki en tehlikeli adalardan biri olarak tanımlanan İzlanda, altındaki güçlü volkanik sistem nedeniyle sürekli hareket hâlinde. Son 40 yılda buzulların yaklaşık %5’inin erimesi ve yılda 60 metre geri çekilmesi, magma basıncını etkileyerek volkanik aktiviteleri tetikliyor. Bu jeolojik değişimlerin en belirgin sonuçlarından biri de işte Thingvellir bölgesinde görülüyor.

Thingvellir’i eşsiz kılan en önemli özellik, Kuzey Amerika ve Avrasya tektonik plakalarının birbirinden ayrıldığı vadinin tam ortasında yer almasıdır. Dünyanın kabuk kalınlığının en ince olduğu bölgelerden biri burasıdır ve yıllar içinde bu fay hattının derinleşmesiyle İzlanda’nın ikiye bölünebileceği öngörülüyor. Bugün vadide yürüyüş yaparken bir ayağınız Avrupa’da, diğer ayağınız adeta Amerika Kıtası’nda duruyor. Ayrıca dünyanın en berrak dalış noktalarından biri olan Silfra Çatlağı da burada bulunuyor. Silfra’nın görüş mesafesi 100 metreyi aşıyor ve dalış yapılan dört bölüm — Big Crack, Silfra Salonu, Silfra Katedrali ve Silfra Lagünü — su altını gerçeküstü bir deneyime dönüştürüyor.

Thingvellir yalnızca jeolojik bir mucize değil; İzlanda tarihinin de başlangıç noktası. 930 yılında kurulan Althing, dünyanın en eski parlamentosu kabul ediliyor. Vadide dalgalanan İzlanda bayrağının bulunduğu alan, eski toplantı yeri olan Yasa Kayasıdır. Burada “lögsögumaður” denilen kanun sözcüsü yüksek kayalığa çıkar ve halkın duyması gereken kararları yüksek sesle ilan ederdi. Tarihte burada alınan en önemli kararlar arasında Hristiyanlığın ülkenin resmi dini kabul edilmesi ve 1944 yılında İzlanda’nın bağımsızlığının duyurulması bulunuyor.
Milli park içinde yer alan küçük kilise, İzlanda’nın bilinen ilk kilisesinin bulunduğu noktayı işaret ediyor. Tarihsel kayıtlara göre Norveç Kralı, İzlandalıların Hristiyanlığı kabul etmesi karşılığında yardım göndermiş ve bölgeye bir kilise inşa ettirmişti. Günümüzde gördüğümüz yapı orijinal kilisenin yenilenmiş hâli olsa da, Þingvellir’in hem dini hem kültürel mirasını yaşatmaya devam ediyor.
3.Geysir (Gayzer)

“Geyser” kelimesinin kökeni ilk kez 14. yüzyıldaki İzlanda kaynaklarında geçiyor. İzlandalılar, sıcak suyun fışkırmasını eski Norveççedeki “fışkırmak” anlamındaki “geysa” kelimesiyle tanımlamış; zamanla bu kelime “Geysir”e, oradan da İngilizcedeki “geyser” sözcüğüne dönüşmüş.

Geysir bölgesinde aslında doğal bir laboratuvarın içindeymiş gibi hissediyorsunuz. Yer altındaki sular farklı derinliklerde farklı sıcaklıklara ulaşır; üstteki su daha hızlı kaynarken derindeki su basınç nedeniyle geç kaynar. Kaynama basıncı yükseldiğinde ise suyun tamamı bir anda yukarı fırlar. İşte gayzer patlaması tam olarak böyle oluşur.
Geysir alanının yıldızı ise Strokkur. Strokkur, yerin altındaki 100°C’ye ulaşan suyu 30 metreye kadar fışkırtıyor. Genelde her 8–10 dakikada bir patladığı söylense de bazen saniyeler arayla iki kez patladığına bile tanık olabiliyorsunuz. Çevrede başka kaynaklar da var fakat bazıları depremler nedeniyle yer değiştirip pasif hâle gelmiş durumda; bunu yükselen buhar çukurlarından kolayca anlayabilirsiniz.

Geysir, sadece İzlanda için değil dünya jeotermal tarihi için de önemli bir bölge. Dünyadaki yaklaşık 1000 gayzerin yarısı ABD’deki Yellowstone Milli Parkı’nda bulunuyor. Dünyanın en ünlü gayzeri Old Faithful, en yüksek püskürten gayzeri ise 100 metreye ulaşan Steamboat’tır. Rusya, Şili, Yeni Zelanda ve İzlanda’da da çok sayıda gayzer bulunur; Türkiye’de ise doğal gayzer yoktur.
4.Gullfoss Şelalesi

“Foss” şelale, “gul” altın demek. Gullfoss’un anlamı tam olarak “Altın Şelale”. Golden Circle adının kökeni de işte buradan geliyor. Hvítá Nehri üzerinde yer alan bu dev şelale iki basamak hâlinde akıyor ve toplamda yaklaşık 70 metrelikbir düşüş yaratıyor.
Şelalenin gücü özellikle yaz aylarında etkileyici; saniyede ortalama 140 m³ su akıyor. Kışın bu değer 109 m³’e düşse de manzara hâlâ muhteşem. Su, 33 metre derinliğindeki kanyona dökülüyor ve şelalenin ikinci düşüşünden sonra suyun nereye aktığını gözle ayırt etmek zorlaşıyor — dramatik bir görüntü.

Gullfoss’ta hem üst hem alt olmak üzere iki farklı seyir terası bulunuyor. Rüzgâr oldukça sert olabiliyor; özellikle kış aylarında buraya gelirseniz çok sıkı giyinmeniz şart.
Gullfoss’un Hikâyesi: İzlanda’daki hiçbir şelalenin devlete ait olmadığını biliyor muydunuz?Gullfoss da yıllarca özel mülkiyetmiş. Arazinin sahibi baba şelaleyi satmaya sıcak baksa da, kızı Sigríður Tómasdóttir satışa şiddetle karşı çıkmış ve büyük bir mücadele vermiş. İngilizlerin şelaleyi satın alıp baraj kurmasını engelleyen de onun azmi olmuş. İzlanda halkı bu duruşu onurlandırmak için Sigríður’un anısına bölgeye bir heykel dikmiş. Bugün şelale ekolojik denge gereği devlet tarafından özel koruma altında.
5.Kerid Krater Gölü

Kırmızı volkanik kayaların çevrelediği Kerid, İzlanda’nın en fotojenik krater göllerinden biri. Bilim insanlarına göre yaklaşık 6000 yıl önce yaşanan volkanik bir patlamayla çöken bir magma odasının kalıntısı. Gölün derinliği 55 metre, rengi ise ışığa göre turkuazdan koyu maviye kadar değişiyor. Golden Circle’da kesinlikle atlanmaması gereken bir durak.
6. Hveragerði – Jeotermal Cenneti & Sıcak Nehir Deneyimi
Jeotermal alanlarıyla bilinen Hveragerði, seraları ve sıcak su kaynakları nedeniyle “çiçek köy” olarak anılıyor. Bölge, İzlanda’nın en büyük jeotermal alanlarından biri.
2008’de Güney İzlanda’da yaşanan büyük deprem sonrası, Hveragerði’nin üzerindeki tepede yeni bir sıcak su alanı ortaya çıktı. Şehirden kısa bir yürüyüşle ulaşabileceğiniz bu bölge, bugün hem yerel halkın hem turistlerin termal havuz keyfi yaptığı popüler bir doğal spa alanı.
Golden Circle turunun dönüş yolunda olduğundan, yorucu bir günün sonunda burada sıcak sulara bırakmak tam bir “İzlanda ödülü” gibi.
GÜNEY İZLANDA’DA GEZİLECEK YERLER – İzlanda Gezilecek Yerler Listesinin Kalbi
Güney İzlanda, İzlanda gezilecek yerler listesinin kalbi sayılıyor; çünkü en ikonik şelaleler, siyah kumsallar ve buzul lagünleri bu bölgede toplanmış durumda.
Golden Circle yani Altın Çember rotasını tamamladıktan sonra İzlanda’nın en güçlü sahnesi olan Güney İzlanda seni karşılıyor. Altın Çember ne kadar ikonikse, Güney İzlanda da en az o kadar vazgeçilmez; çünkü ülkenin en ünlü şelaleleri, siyah kumlu plajları, bazalt kayalıkları, buzullar ve dünyaca bilinen fotoğraf noktalarının büyük kısmı burada bulunuyor.
Bir anlamda “İzlanda’da gezilecek yerler” listelerinin kalbi bu bölgeden atıyor. Rota planlaması kişiye göre değişse de en mantıklı başlangıç noktası her zaman başkent Reykjavík. Şehri çıkış kapısı gibi düşün: yola adım attığın anda karşına lav ovaları, volkanik buhar bacaları, göğe yükselen şelaleler ve Atlas Obscura’ya konu olacak manzaralar sıralanmaya başlıyor.
1. Seljalandsfoss – İzlanda’nın En Fotojenik Şelalesi & Eyjafjallajokull

Ana yoldan yalnızca 100 metre içeride olan Seljalandsfoss, İzlanda’nın en çok fotoğraflanan şelalesi. 60 metre yükseklik, 15 metre genişlik ve sürekli oluşan gökkuşağıyla tam bir görsel şölen. Reykjavík’ten direkt iki saatte ulaşılabiliyor. Minik bir sır: Şelalenin arkasına yürüyebiliyorsun, kısacık bir turla harika fotoğraflar geliyor.

Eyjafjallajokull (eyyafiyadlajöküd olarak okunuyor) volkan buzulundan kaynağını alan Seljalands Nehrinin 60 metreden düşmesi ile oluşuyor. Şelalenin en can alıcı noktası şelalenin iç tarafına doğru yürüyüp gürül gürül akan suyun arkasına geçmektir. Ancak bunu sadece yaz aylarında yapabileceğinizi hatırlatalım. Biz kış dönemi gittiğimiz için bırakın içine girmeyi yerlerin buz tutmasından dolayı şelalenin önüne dahi yaklaşamamıştık.
İzlanda’nın küçük buzullarından biri olan Eyjafjallajökull, Izlandaca’da “ada dağı buzulu” demektir.

1600 metre yüksekliğindeki Eyjafjallajökull Yanardağının 3-4 km çapta krateri vardır. Bu yanardağın patlama yılları 920, 1612 ve 1821 olup yaklaşık 200 yıllık sessizliğin ardından 20 Mart 2010’da patlamıştır. Patlamasının ardından 24 saatin geçmesiyle rüzgarların etkisiyle küller Avrupa’ya kadar yayılmıştır. Avrupa’nın batı ve kuzeyini etkilediği gibi 20 ülkenin hava sahasının kapanmasına neden olan bir patlama gerçekleşmiştir.
Not: Son patlamasını 2010 yılında yaşayan Eyjafjallajökull için ilk sismik hareketler 2009 yılında tespit edilmiş ve yine patlamadan önce 3000 civarında depremler kayıt altına alınmıştır.
Westman Adaları: Seljalandsfoss’a doğru giderken sağa bakarsanız adalar göreceksiniz. Bunlar 1964 yılında volkan patlaması sonucu oluşan Westman adalarıdır. 1967 yılında da İzlanda topraklarına dahil edilmiş. 4000 kişi yerleşmiş.Her haziran ayında paganlar toplanıyormuş. İzlanda gezilecek yerler listesinde olmasa da en azından uzaktan gördüğünüzde neresi olduğu hakkında bilgi sahibi olun diye yazdık.
2. Gljúfrabúi – Saklı Şelale (Seljalandsfoss’un Gizli Kardeşi)
Seljalandsfoss’a gelmişken 10 dakika yürüyerek ulaşabileceğin gizli kalmış bir şelale. Dar bir kayalık aralığından içeri girdikçe suyun sesi güçleniyor ve bir anda karşına dev bir sahne çıkıyor. Kesinlikle “kaçmaz bir spot”.
3. Skógafoss – Gücün ve İhtişamın Vücut Bulmuş Hali

Seljalandsfoss fotojenik güzelliğiyle ünlüyken, Skógafoss “gücü” ile etkiliyor. Yaklaşık 60 metre yüksekliğe sahip bu dev şelale, bölgenin en görkemli doğal yapılarından biri. İki şelaleyi de görmeden “Güney İzlanda’yı gezdim” demek olmaz.
Efaneye göre bu bölgeye ilk yerleşen Vikinglilerden biri şelalenin arkasındaki mağaraya bir hazine saklamış. Aradan geçen uzun sürenin sonunda saklanan hazine bulunmuş. Hazineyi almak isterken sandığın yanındaki kol ellerinde kalırken sandık birden yok oluvermiş. Şimdi sandığın halka kolu bir müzede sergilenmektedir.
4. Solheimasandur Plane Wreck – Siyah Kumda 1 Saatlik Efsane Yürüyüş
Amerikan donanmasına ait bir kargo uçağının 24 Kasım 1973 yılında İzlanda’nın güneyindeki bir sahile acil iniş yapması sonucu bugün bu enkaz İzlanda kumsalında uzanmaktadır. Acil inişin sebebi tam olarak bilinmese de yakıt eksikliğinden olduğu tahmin edilen inişte mürettabat zarar görmemiştir. İnişin ardından bu uçağın kaldırılması öngörülse de kaldırma masrafı çok ciddi bütçe gerektirdiği için burada kalması daha uygun görülmüştür. Simsiyah kumsal üzerinde bulunan uçak adeta fotoğrafçıların ilgi odağı olmuş ve bu sayede İzlanda gezilecek yerler listesinde en önemli noktalarından biri haline gelmiştir.
Araçla enkaz yanına gitmek mümkün olmadığı için gidiş ve dönüşte toplam 7 km mesafeyi yürüyerek gideceğinizi bilmelisiniz. Ve tabi bunun için mutlaka bahar ve yaz aylarını tercih etmelisiniz.
5. Dyrhólaey – Puffinler, Siyah Kum & Vahşi Dalga Uyarısı

Puffinleri görmek için de en sevilen bölgelerden biridir.
Dyrholaey kemeri ve siyah kumlu plajın meşhur tepeden görüntüsünü almak için fenerin olduğu tepeye çıkmalısınız. Sonra araca binip Reynisfjara kumsalının park noktasına gidip buradan 1 dakikada kumsala yürüyerek ulaşabilirsiniz. Burada göreceklerinizden biri denizden yükselen Reynisdrangar isimli kayalar ve diğeri dağın hemen eteğindeki Gardar isimli piramit görünümlü bazalt sütunlu kayalardır.
6. Reynisfjara Beach (Vík) – Dünyanın En Ünlü Siyah Kumsalı

Vík kasabasının hemen yanındaki bu siyah plaj, yanardağın patlamasıyla lavlar denize doğru akması sonucu siyah renkli kum taneleri birikmeye başlamasıyla oluşmuş. Dünyanın tropik olmayan en güzel kumsallarından biri seçildiğini de hatırlatalım.
Ayrıca bazalt oluşumlu Hálsanefshellir Mağarası da burada. 2013’te 100 tonluk bazalt çökmesi yaşanmış, o yüzden mağaranın altına çok yaklaşmamanızda fayda var.

Reynisfjara kıyılardaki aman diyelim dalgalara dikkat. Siz anlamasanız da dalgalar gerçekten çok ciddi bir güce sahip. Denize kesinlikle girilmesi yasak. Zaten bununla ilgili uyarılar da yapıldığını göreceksiniz.
7.Eldhraun Lava Field – Eldhraun Lav Tarlası

Dünyanın en büyük lav tarlasıdır. Aslında İzlanda’da gördüğümüz her yer lav tarlası olmasına rağmen en özeli Eldhraun’dur. Eskiden İzlanda yeşillik içinde ormanları olan bir ülkeymiş. Güney İzlanda’daki Kirkjubæjarklaustur köyü çevresindeki Eldhraun lav alanı, 1783 yılında Lakagígar kraterlerinde Skaftáreldar masif volkanik patlaması sırasında meydana gelmiştir.

Dağ bir sene boyunca lav püskürtmüştür. Eldhraun püskürmeden geri kalan kurumuş lav sahasıdır. Yani gezegenin en büyük lav tarlası toplam kapladığı alan 600 km2’dir. 1783’ten 1784’e kadar lav kusuyor. Doğal yaşamın (insan hariç) %70’ini yok ettiği yetmiyormuş gibi o zamanki nüfusun % 25’ini de ölüyor. İzlanda hava sahası 3 sene boyunca tamamen karanlık. Havaya zehirli hava bırakıyor ve bundan dolayı rüzgarlarla beraber avrupa sahası da etkileniyor. 3 sene sonra yavaş yavaş gökyüzü aydınlanıyor ve lavlar soğumaya başlıyor. Ama bugün lav kalıntıları iklimle beraber nemleniyor. Yüzlercelerce yılda üstü yosun birikintileri ile doluyor. Skaftareldar olarak bilinen patlama tarihsel zamanlardaki en zehirli patlama olarak kabul edilir. Sadece İzlanda için değil Avrupa için de büyük olaylara sebep olduğu bilinmektedir. Skaftáreldar’daki zehirli gazlar Kuzey Yarıküre üzerindeki iklimi etkiledi ve Avrupa’daki iklimin soğumasına sebep oldu. Hatta birçoğuna göre Fransız devriminin başlamasının da sebebi olarak görülür.
Eskiden turistler buradan gelip geçiyormuş. Sonra Justin Bieber İzlanda tanıtımı yapan klip çekiyor ve burası popüler hale geliyor. Şarkı’nın ismi I’ll Show You’dur.
8. Fjaðrárgljúfur Canyon – Game of Thrones’un Meşhur Kanyonu

2 kilometre uzunluğunda, 100 metreye varan derinliğiyle İzlanda’nın en etkileyici kanyonlarından biri. Üst patika boyunca yürüdükçe kanyonun şekli sürekli değişiyor; her açı başka bir tablo gibi.Instagram’da gördüğün “yeşil kadife vadi” fotoğraflarının çoğu buradan. Game of Thrones’un bazı sahneleri de burada çekildi, o yüzden popülerliği uçmuş durumda. Yine de sabah erken gitmek en güzeli.
9. Jökulsárlón Glacier Lagoon – Buz Dağlarının Dans Ettiği Göl

İzlanda’da “buzul gölü” deyince akla ilk gelen yer Jökulsárlón. Dev buzul parçaları gölün üzerinde sessizce süzülüyor, foklar köpük köpük yüzüyor ve manzara tamamen “ben gerçek miyim?” dedirtiyor. Vatnajökull buzulunun eriyen parçaları bu lagüne akıyor ve bu yüzden manzara her gün değişiyor. 1900’lü yılların başında küresel ısınma sonucu eriyen buzulların oluşturduğu bu göl 150 metre derinliği ile İzlanda’nın en derin 3.gölüdür.
Buraya geldiğinde mutlaka sahil tarafına da geçip Diamond Beach’i görmelisin — ikisi aynı kompleks gibi düşün.
10. Diamond Beach – Siyah Kum Üzerinde Buz Elmasları

Jökulsárlón’un hemen karşısında yer alan bu plaj, siyah volkanik kumların üzerinde pırıl pırıl parlayan buz parçalarıyla ünlü. Güneş vurduğunda her biri adeta dev bir elmas gibi parlıyor — Instagram’ın kalbini tam on ikiden vuracak cinsten bir manzara.
Diamond ismini almasının tek sebebi lagün içinde parçalanan buz kütlelerinin suyun akışı ile lagünden denize doğru kaymasıdır. Okyanusa açılan siyah kumsal üzerinde biriken buz kütlelerinin görüntüsü elmas görüntüsünde olduğundan bu ismi almıştır. Golden Circle Route 1 üzerinde herkesin gördüğü noktalardan bir tanesidir.
11. Fjallsárlón Glacier Lagoon – Jökulsárlón’un Daha Sessiz Ama Aynı Derecede Güçlü Kuzeni

Jökulsárlón çok popüler olduğu için kalabalık olabiliyor. Daha “sakin sakin buzul izleyeyim” diyorsan Fjallsárlón tam adresi. Aynı Vatnajökull buzulunun bir başka kolundan besleniyor.Burada manzara daha yakın ve daha minimal; buzulların detaylarını daha net görebiliyorsun. Fotoğrafçılar burayı özellikle seviyor.
13. Skaftafell – İzlanda’nın Doğa Sporları Başkenti

Vatnajökull Ulusal Parkı’nın en sevilen yürüyüş merkezi. Burası tamamen bir “outdoor playground”:
- Buzul yürüyüşü
- Buz tırmanışı
- Kilometrelerce hiking rotası
- Svartifoss gibi ikonik bazalt sütunlu şelaleler
- Svartifoss rotası özellikle popüler; yaklaşık 1 saatlik keyifli bir yürüyüşle ulaşılıyor. Manzara? Tam “oyun tasarımcıları doğayı kopyalamış” vibe’ı.
DOĞU İZLANDA’DA GEZİLECEK YERLER – Sakin Ama Vahşi Rotalar

Doğu İzlanda, “turist kalabalığı az olsun, manzara maksimum olsun” diyenler için İzlanda gezilecek yerler rehberinde biraz arka planda kalsa da aslında en karakterli rotalardan biri.
Doğu İzlanda, ülkenin en sakin ama en dramatik manzaralarını saklayan bir bölge. Yüksek kayalıklar, derin fiyortlar ve kışın kapanan dağ yolları yüzünden bazen ulaşmak zor olabiliyor ama… ulaştığınızda “iyi ki gelmişim” dedirten yerlerden oluşuyor.
Bölgenin yıldızı Höfn, küçücük bir balıkçı kasabası olmasına rağmen Doğu İzlanda’nın kalbi gibi. Golden Circle’dan doğuya doğru devam eden rotaların çoğu buradan geçiyor. Eğer Vestrahorn dağına uzanmak isterseniz, ana yoldan içeri kıvrılan o meşhur yol var ya… işte oradan girmeniz gerekiyor. Ama zamanı kısıtlı olanlara minik bir insider bilgi: Girmeseniz de olur, FOMO yapmayın. Çok şey kaçmıyor, gönlünüz rahat olsun.
Höfn’dan sonra yol Hallormsstaðaskógur tarafına uzanıyor. İzlanda’da orman görmek neredeyse imkânsızken burası adeta “ülkenin tek ağaç koleksiyonu” gibi. Ağaç görmenin lüks olduğu bir memlekette mini bir ormana denk gelmek, cidden şaşırtıcı.
Tam karşı kıyıda ise Hengifoss sizi bekliyor. Lagarfjót gölünü tepeden selamlayan bu dev, yaklaşık 128 metre yüksekten dökülüyor ve çevresindeki kızıl-siyah taş katmanlarıyla İzlanda’nın diğer şelalelerinden bambaşka bir atmosfere sahip. Glymur ve Háifoss’un ardından ülkenin en yüksek üçüncü şelalesi olduğunu da not düşelim.
Bir diğer durak ise fiyortların içine saklanmış mini bir postcard: Seyðisfjörður. Son yıllarda popülerliği yükselen bu kasaba, yürüyüş rotaları, dağ manzaraları ve pastel renkli evleriyle fotoğraf makinelerini çıldırtıyor. Ama tekrar real talk: Vaktiniz azsa burayı atlayıp daha etkileyici noktalara yönelmek de gayet mantıklı.
Doğu İzlanda’nın olayı tam olarak bu: minimal kasabalar, büyük manzaralar, sıfır kalabalık ve “sanki başka bir gezegende yürüyormuşum” hissi.
1. Vatnajökull – Avrupanın En Büyük, Dünyanın 3. Büyük Buzulu

Buz diyarındaki küresel ısınmanın etkileri en güzel Vatnajökul’da görülür. İzlanda’nın %10’unu oluşturan buzullar artık yavaş yavaş erimeye başlamıştır. Avrupa’nın en büyük buzulu olan Vatnajökul’un derinliği 800 metre, büyüklüğü 8000 km2’dir. Ama buzların erimesinden ötürü tehlikeli bir hızla küçülmektedir. Bu tehliyeyi örneklendirmek gerekirse; tam 1000 yıl önce Vatnajökul’da göl yoktu. Onun yerine 30 metre derinliğinde buz tabakası vardı. İşte buzullarından erimesinden kastımız bu. Buzullar eriyip küçüldükçe çevresini saran göl de büyümekte. Vatnajökul buzulunun ucu 100 yıl önce denize ulaşıyorken şimdi denizden 2 km içeridedir.
Vatnajökul Milli Park’ı hakkında daha fazla bilgi edinmek için resmi web sayfasına buradan ulaşabilirsiniz.
2.Höfn – Vatnajökull’un Gölgesindeki Büyüleyici Kasaba

Dar bir yarımada üzerine yayılmış, balıkçı tekneleriyle renklenen limanı ve Vatnajökull Milli Parkı manzarasıyla Höfn, Güneydoğu İzlanda’nın saklı cevherlerinden biri. Höfn, Hornafjörður fiyordunun kıyısına kurulmuş sakin ama etkileyici bir sahil kasabası. Devasa buz kütlesi buranın hem doğasını hem de atmosferini tamamen şekillendirmiş durumda.
Kasabanın yakınındaki en büyüleyici yer ise hiç tartışmasız Jökulsárlón Buzul Lagünü. Breiðamerkurjökull’un dilinden kopan dev buzdağlarının su üzerinde süzüldüğü bu lagün, sanki başka bir evrenden gelmiş gibi. Yaz aylarında amfibik araçlarla ya da Zodiac botlarla lagün içinde gezi yapmak mümkün. Yıl boyunca ise mavi tonlu buzların üzerinde keyifle dinlenen foklara rastlamak sıradan bir manzara.
3.Stokksnes & Vestrahorn

Burası “gerçek olamayacak kadar güzel” kategorisinin birincisi. Siyah kumların üzerinden yükselen Vestrahorn, fotoğraf makinelerinin rüyası gibi. İster 15 dakika uğrayın, ister saatlerce yürüyün — her haliyle büyülüyor.
Aynı bölgede bir de film için kurulmuş, daha sonra The Witcher ekibi tarafından kullanılan eski Viking köyü seti var. Stokksnes’e giriş ücretli (10 doların altında) ama kesinlikle değer.
4.Hengifoss – İzlanda’nın Üçüncü En Yüksek Şelalesi

Hengifoss, İzlanda’daki en etkileyici şelalelerden biri—sadece yüksekliği değil, kayalık yüzeydeki kırmızı kil ve siyah bazaltın oluşturduğu katman katman desenler yüzünden de. İncecik bir su şeridinin bu renkli kaya duvarının önünden akıp gitmesi, ortaya resmen kartpostal gibi bir manzara çıkarıyor.
Diğer bazı İzlanda şelalelerinde olduğu gibi, Hengifoss’un arka kısmına doğru tırmanmak mümkün ve küçük bir mağara da keşfedilebiliyor. Mini bir macera bonusu gibi düşünün!
Hengifoss’a Yürüyüş
Otoparktan şelaleye ulaşmak 40–60 dakika arasında değişiyor. Yol boyunca manzara hiç düşmüyor; hatta daha ilk dakikalarda Litlanesfoss karşınıza çıkıyor. Buradaki bazalt sütunları o kadar düzenli ki doğa “geometriyi ben icat ettim” demiş gibi.
Parkur orta eğimli ve oldukça belirgin, ancak kanyon kenarlarına yaklaşırken dikkatli olmak gerekiyor—çocuklarla yürüyorsanız ekstra özen şart. Şelaleden akan nehir, ünlü Lagarfljót Gölü’ne dökülüyor; hani şu efsanevi göl canavarı Lagarfljótsormur’un yaşadığı söylenen yer.
Ne Zaman Gidilir?
Hengifoss’u en iyi yaz aylarında deneyimlersiniz. Özellikle sabah erken saatlerde güneş şelalenin tam yüzüne vurduğu için fotoğraf çekmek çok daha keyifli oluyor.
Temmuz gibi yoğun dönemlerde otopark kalabalık olabiliyor. Yer bulamazsanız panik yok; vadinin biraz daha içine gidip yalnızca 5 km uzaklıktaki Snæfell Ziyaretçi Merkezi’ni gezebilir, sonra tekrar geri dönüp otoparkı kontrol edebilirsiniz.
Hengifoss Nerede?
Şelale, Doğu İzlanda’da, Vatnajökull Milli Parkı’nın doğu bölümünde yer alıyor.GPS: 65.095626 N, -14.890549 W
5.Egilsstadir

Doğu İzlanda’nın merkezi gibi düşünebilirsin. Marketler, restoranlar, müze, oteller ve hatta bir havaalanı… Hepsi burada.
Yakındaki Hallormsstaðaskógur, ülkenin en büyük ormanı. İzlanda için “orman” kelimesi zaten başlı başına farklı bir şey, o yüzden kaçırılmaması gereken yerlerden.
Bir de Vök Baths var ki… Sıcak havuzdan göle atla geri gel, bu döngünün tiryakisi oluyorsun. Yoğun saatlerde yer kalmayabiliyor, dikkat.
6.Seydisfjordur

Dağlarla çevrili, göle yansıyan pastel renkli evleri ve ünlü Gökkuşağı Yolu’yla İzlanda’nın en fotojenik kasabalarından biri.
O biraz yorucu “tıslayan” virajlı yolu çıkmaya kesinlikle değiyor.
Blue Church, sanat galerileri, Skálanes Doğa Koruma Alanı ve huzurlu yürüyüş rotalarıyla günün nasıl geçtiğini anlamazsın.
7.Studlagil Canyon

Doğu İzlanda’nın ikonik duraklarından biri. Ancak küçük bir uyarı: Haritada iki ayrı nokta görünecek. Biri kanyonun batısı, diğeri doğusu.
Kanyonun içine yürüyerek girmek istiyorsanız doğu tarafına, yani Stuðlafoss Şelalesi Otoparkı yönüne gitmelisiniz. Köprüyü geçip biraz sarsıntılı ama yapılabilir bir toprak yoldan devam ediyorsunuz. Parktan sonra 1.5 mil (yaklaşık 2.5 km) yürüyüş var.
Kamp alanına gitmek isterseniz diğer tabelayı takip Edin; ancak oradan kanyonun tabanına inilmiyor.
Bazalt sütunların arasında yürümenin hissi bambaşka. Zamanınız varsa listenize mutlaka ekleyin.Daha ekstrem bir rota arayanlar için Hafrahvammar Kanyonu da yakınlarda.
Kuzey tarafında merdivenli bir izleme alanı var ama güney tarafı açık ara daha etkileyici. Yaklaşık 2 km yürüyüş gerekiyor.
KUZEY İZLANDA’DA GEZİLECEK YERLER – Diamond Circle’ın Kalbine Yolculuk
Kuzey bölgesi, balina turları, lav alanları ve Diamond Circle rotasıyla İzlanda gezilecek yerler yazılarında genelde ikinci plana atılsa da, doğa şovu olarak resmen seviye atlatıyor.
Kuzey İzlanda, ülkenin en çarpıcı doğa harikalarını tek bir rota üzerinde toplayan nadir bölgelerden biri. Lav alanları, sıcak su mağaraları, patlama kraterleri, dev şelaleler, sakin göller ve balinaların dans ettiği kıyılar… Burada geçireceğiniz her dakikada “ben şu an başka bir gezegendeyim” hissi garanti.
Bu bölgeyi keşfetmek için en ideal konaklama yeri Húsavík. Hem Diamond Circle’ın merkezinde hem de İzlanda’nın balina gözlemiyle ünlü şehri.
1.Húsavík – Balinaların Dans Ettiği Kuzey Şehri

Húsavík, İzlanda’nın tarihinde özel bir yere sahip. Vikinglerin ilk ayak bastığı bölgelerden biri olduğu söylenir ve şehir yüzyıllar boyunca yalnızca balıkçılıkla geçinmiş. Deniz onlar için hem bir nimet hem de bir yaşam biçimi olmuş. Eski dönemlerde balina ve yunus avlamak sıradan bir işti; ta ki ülke modernleşip avcılığa yasaklar getirmeye başlayana kadar. Ancak balina avcılığı, tüm dünyada yasaklanmış olmasına rağmen, İzlanda hükümeti geleneksel yöntemlere dönüş yaparak bu yasağı bir dönem kaldırdı. Bu da Húsavík’in yalnızca turistik amaçla değil, kültürel ve politik olarak da dikkat çekici bir şehir olmasına yol açtı.

Bugün Húsavík, dünyanın en iyi balina gözlem destinasyonlarından biri olarak kabul ediliyor. Sıcak yaz günlerinde tekneyle açıldığınızda, dakikalar içinde su yüzeyine çıkan bir kambur balinayı veya devasa bir fin balinasını görme ihtimaliniz çok yüksek. Balinaların su yüzeyinden süzülmesi, havayı dolduran buğu, tekneye vuran dalgalar… Bunlar hayatınızda unutamayacağınız türden anlar yaratıyor. Bu nedenle Húsavík, Kuzey İzlanda yolculuğunun sadece başlangıç noktası değil; aynı zamanda ruhunu belirleyen en önemli duraklarından biri.
2.Mývatn – Lav, Göl, Buhar ve Kuş Sesleri

Mývatn Gölü, İzlanda’nın kuzeyinde doğal güzelliğin ve jeotermal enerjinin en yoğun hissedildiği yerlerden biri. Gölün çevresi, zengin bitki örtüsüyle, yüzlerce kuş türüyle ve ilginç kaya oluşumlarıyla adeta açık hava müzesi gibi. Burada yürüyüş yaparken bir yandan kuş seslerini duyarsınız, bir yandan yerin altından gelen sıcak hava kabarcıklarının kokusu burnunuza gelir, bir yandan da gölden yükselen buhar gözünüzün önüne sisli bir manzara serer.
Mývatn yalnızca bir göl değil; aynı anda hem bir doğa harikası hem de İzlanda’nın volkanik enerjisinin canlı kanıtı. Bölgenin çevresinde sıcak su mağaraları, lav tarlaları, krateler ve jeotermal alanlar bulunur. Bu çeşitlilik, Mývatn’ı adeta İzlanda’nın küçük bir özeti haline getiriyor.
3.Dettifoss – Doğanın Tokadı
Dettifoss’u gördüğünüz an, doğanın gücünün ne demek olduğunu anlıyorsunuz. Saniyede 500 metreküp suyun 45 metre yüksekten aşağıya çarpışı, göğsünüzde hissedilen bir titreşim yaratıyor. 100 metre genişliğindeki dev şelale, Jökulsárgljúfur Kanyonu’nun ortasında bir güç gösterisi sunuyor.
Kanyonun tamamında Selfoss → Dettifoss → Hafragilsfoss şeklinde bir üçlü sistem bulunuyor. Bu yürüyüş rotası, doğayı en ham ve en vahşi haliyle deneyimlemenizi sağlıyor. Sisler arasında gökkuşağı belirmesi, suyun gürültüsü ve kanyonun kızıl-kahverengi tonları birleşince ortaya sinematik bir atmosfer çıkıyor.
Konaklama için Vesturdalur kamp alanı, sessizliği ve doğayla bütünleşen yapısıyla harika bir seçenek. Geceleri gökyüzü açılırsa yıldızlar bile size daha yakın görünüyor.
5.Selfoss – Zarafetle Akan Bir Şelale
Dettifoss kadar güçlü değil belki ama Selfoss’un kendine has bir büyüsü var. Kısa bir yürüyüşle ulaşılabilen bu şelale, adeta geniş bir perde gibi suyu aşağıya bırakıyor. Fotoğraf severler için son derece ideal. Dettifoss’a çok yakın olduğu için iki şelaleyi aynı gün rahatlıkla gezebilirsiniz.
6.Ásbyrgi – Tanrıların İzini Taşıyan Kanyon

Ásbyrgi’nin hikâyesi yıllardır anlatılır: Rivayete göre Odin’in sekiz bacaklı atı Sleipnir, yeryüzüne bir kere bastığında bu at nalı şeklindeki dev çukuru oluşturmuş. Elbette bilimsel açıklama farklı, ama Ásbyrgi’nin mistik havası bu efsaneyi fazlasıyla destekliyor.
Burada uzun yürüyüş rotaları, dev kayalıklar ve kuş sesleri arasında kendinizi tamamen doğaya bırakıyorsunuz. Kanyonun içine doğru ilerledikçe huzur katman katman üstünüze çöküyor.
7.Grjótagjá – Lavlarla Isınan Gizli Mağara
Mývatn yakınındaki Grjótagjá mağarası, sıcak su kaplıca mağarası olmasıyla dikkat çekiyor. Game of Thrones hayranlarının hemen tanıyacağı bu mağara, dizinin ikonik sahnelerinden birine ev sahipliği yapmıştı.
1975’teki volkanik hareketlenme yüzünden su sıcaklığı uzun süre tehlikeli seviyelere yükseldi ve mağara ziyarete kapandı. Bugün yeniden açılmış olsa da su hâlâ yüzmek için fazla sıcak. Yine de atmosfere bakmak bile yeterli; kayaların arasından yükselen buhar, mağaranın mavi ışığı ve sessizlik birleşince ortaya çok etkileyici bir görüntü çıkıyor.
8.Dimmuborgir – Lavdan Oluşan Bir Masal Evreni
Yaklaşık 2000 yıl önce volkanik patlamalardan geriye kalan bu dev lav alanı, bazen Kapadokya’yı anımsatıyor, bazen de uzaylıların bıraktığı bir şehir gibi duruyor. Dimmuborgir’in her köşesinde farklı bir oluşum, farklı bir doku görüyorsunuz. Hem kısa hem uzun yürüyüş rotaları mevcut ve bölge gerçekten çok fotojenik.
9.Hverfjall – Mükemmel Dairesel Bir Krater

Hverfjall, İzlanda’daki en simetrik patlama kraterlerinden biri ve bu da onu inanılmaz estetik kılıyor. 1 km çapı ve 140 metre derinliğiyle oldukça etkileyici bir görüntüsü var. Kraterin tepesine çıkıp Mývatn bölgesine yukarıdan bakmak, “doğa ne kadar büyük ve ben ne kadar küçükmüşüm” dedirten türden bir deneyim.
10.Hverir – Dünyanın Dışında Bir Yer

Hverir, Namafjall’ın eteklerinde yer alan, buhar bacaları, kaynayan çamur havuzları ve kükürt dumanlarıyla tam bir “başka gezegen” ortamı sunuyor. Buradaki sıcak su kaynakları öylesine güçlü ki İzlanda’nın 800’den fazla doğal jeotermal kaynağı olduğunun kanıtı gibi.
Renkler, kokular, sesler… Hepsi birleşince Hverir, Diamond Circle’ın en unutulmaz duraklarından biri oluveriyor.
11.Mývatn Nature Baths – Kuzeyin Turkuaz Spa’sı

Mývatn Nature Baths, jeotermal enerjinin en zarif hâli. Turkuaz sular, göl manzarası, sıcak buhar ve sakin atmosfer bir araya gelince ortaya tam anlamıyla “İzlanda spa deneyimi” çıkıyor. Blue Lagoon’un daha doğal, daha huzurlu versiyonu gibi düşünebilirsiniz.
12.Godafoss – Tanrıların Şelalesi

Godafoss, sadece bir şelale değil; İzlanda’nın tarihiyle iç içe bir sembol. Yıl 1000 olduğunda, ülke Hristiyanlığı kabul etmeye karar verdiğinde, pagan tanrı heykellerinin bu şelaleye atıldığı söylenir. Bu nedenle adına “Tanrıların Şelalesi” denmiştir. Geniş kıvrımı ve güçlü akışıyla kuzeyin en görkemli doğal güzelliklerinden biridir.
13.Akureyri – Kuzeyin Renkli Liman Şehri

Akureyri, İzlanda’nın kuzeydeki en büyük yerleşim yeri ve bölgenin kültürel kalbi. Renkli evleri, kafeleri, butik dükkânları ve liman manzarasıyla huzurlu bir şehir deneyimi sunuyor. Doğa rotalarınızın arasına şehir hayatı molası eklemek için mükemmel bir durak.
BATI İZLANDA’DA GEZİLECEK YERLER – Snaefellsnes Çevresi
Batı İzlanda, ülkenin hem tarihini hem de doğasını eşsiz bir dengede sunan nadir bölgelerden biri. Bir yanda lava parkları, kraterler, buhar püskürten sıcak kaynaklar ve yüzlerce yıllık çiftlik evleri; diğer yanda fiyortların içine gizlenmiş küçük kasabalar, destansı şelaleler ve Viking hikâyeleriyle dolu vadiler… Bu bölgeyi keşfetmeye başladığınızda rotanın her kilometresi sizi farklı bir döneme ya da jeolojik bir mucizeye taşıyor. Akureyri’den başlayıp Glaumbaer’in geleneksel çim evlerine uğradıktan sonra Batı Fiyortları’nın uçsuz bucaksız manzaralarına açılıyor, ardından Snaefellsnes Yarımadası’nın buzulla kaplı volkanını ve fotoğraf karelerine damga vuran Kirkjufell Dağı’nı görerek İzlanda’nın en ikonik doğal manzaralarından bazılarını yaşamış oluyorsunuz.

Batı İzlanda yalnızca manzaradan ibaret değil; aynı zamanda kültürel ve tarihsel açıdan da olağanüstü zengin. Deildartunguhver’in kaynayan jeotermal sularından yükselen buhar, Reykholt’un Orta Çağ İzlanda’sına ışık tutan mirası, Hraunfossar ve Barnafoss’un lav tabakalarının arasından süzülerek ilerleyen büyüleyici suları bölgenin hem yumuşak hem vahşi yüzünü aynı anda gösteriyor. Borgarnes ve çevresindeki yerleşimler, Viking sagalarının geçtiği topraklarda modern yaşamın nasıl devam ettiğine tanıklık ettirirken Thingvellir Ulusal Parkı dünyanın iki kıtasını ayıran çatlağın üzerinde yürüme imkânı sunuyor. Geysir ve Gullfoss’un gücü ise ziyaretçiye İzlanda’nın yer altındaki enerjisinin yüzeye nasıl patladığını gösteriyor. Başkent Reykjavík’e vardığınızda Batı İzlanda macerasının hem sakin hem de hareketli tüm tonlarını deneyimlemiş oluyorsunuz.
1.Glaumbaer Turf House Müzesi: İzlanda’nın Yaşayan Tarihine Açılan Kapı

Kuzey İzlanda’daki Glaumbaer, ülkenin geçmişini sadece anlatmakla kalmayan, onu birebir hissettiren en etkileyici yerlerden biri. Burada birbirine bağlı 13 çim çatılı evden oluşan bir çiftlik kompleksi bulunuyor ve bu evler yalnızca birer müze objesi değil; gerçekten 1947 yılına kadar ailelerin yaşadığı, İzlanda’nın bin yıllık yapı geleneğini taşıyan gerçek yaşam alanları. Çatılarındaki otlar rüzgârla dalgalanıyor, duvarların kalınlığı kışın nasıl koruyucu olduğunu hissettiriyor ve yürüdüğünüz her oda size “İzlanda halkı bu zorlu coğrafyada nasıl hayatta kaldı?” sorusunun cevabını veriyor. Glaumbaer, sürdürülebilir mimarinin tarih boyunca nasıl uygulandığını gözler önüne seriyor: taş temeller, ahşap iskelet, üst üste dizilmiş çim blokları ve doğayla birebir uyumlu bir mimari.
Glaumbaer’in en çarpıcı yanlarından biri ise tarihsel figürlerle olan bağlantısı. 11. yüzyılda burada yaşayan Gudrid Thorbjarnardottir (Guðríður Þorbjarnardóttir), çağının en dikkat çekici kadın gezginlerinden biri. Grönland’dan Kuzey Amerika’ya, oradan Roma’ya kadar uzanan bir yolculuk yapan Guðríður, aynı zamanda Amerika’da doğan ilk Avrupalı çocuk olan Snorri Þorfinnsson’un annesi. Müzeye bitişik olan kilisenin yanındaki anıt, bu olağanüstü hikâyeyi günümüze taşıyor ve Kuzey Amerika ile olan bu erken bağlantıyı simgeliyor. Bu da Glaumbaer’i yalnızca mimari ve günlük yaşam açısından değil, kültürel tarih açısından da benzersiz bir yer hâline getiriyor.
Bugün Glaumbaer’i gezmek; geleneksel el sanatlarını, tarım düzenini, toplumsal yapıyı ve İzlanda halkının doğaya uyum sağlama yöntemlerini gözler önüne seriyor. Yaz aylarında düzenlenen etkinliklerde eski üretim teknikleri canlı olarak gösteriliyor, rehberler yapıların anlamını detaylı hikâyelerle anlatıyor ve bütün kompleks, ziyaretçiye yalnızca bir tarih dersi değil, bir yaşam deneyimi sunuyor. Çim çatılı evlerin peyzaja karışan görüntüsü ve kilisenin zarif mimarisi, burayı İzlanda’nın en fotojenik kültürel duraklarından biri haline getiriyor.
Kısacası Glaumbaer, İzlanda’nın yalnızca taş ve toprakla değil; direnç, yaratıcılık ve uyumla inşa edilen geçmişini anlamanın en iyi yollarından biri. Bu bölgeyi gezerken modern dünyanın hızlı temposunun birkaç yüzyıl gerisine düşüyor, bin yıldan fazla süredir burada yaşayan insanların hayatına sessizce tanıklık ediyorsunuz. Kuzey İzlanda turuna kültürel bir derinlik katmak istiyorsanız, Glaumbaer mutlaka ilk duraklardan biri olmalı.
2.Kirkjufell & Kirkjufellsfoss: Snæfellsnes Yarımadasının En Fotojenik Noktası

Snæfellsnes Yarımadası’nın Grundarfjörður kasabasına yaklaşırken sizi ilk karşılayan şey, tek başına yükselen o simgesel dağ oluyor: Kirkjufell. İzlandaca “Kilise Dağı” anlamına gelen adı, şeklinin sivri bir kuleyi andırmasından geliyor. Yanındaki daha alçak tepeye halk arasında “cemaat salonu” benzetmesi yapılırken, geçmişte bu bölgeye gelip giden Danimarkalı denizciler onu “Şeker Tepesi” diye anıyordu. Bugün ise tüm ülkenin en çok fotoğraflanan dağı olarak ün kazanmış durumda. Özellikle dağın önünde yer alan Kirkjufellsfoss şelalesiyle birlikte çekilen kareler, Snæfellsnes rotasının klasikleşmiş manzarası hâline geldi.
Kirkjufellsfoss aslında yüksekliğiyle dikkat çeken bir şelale değil; fakat önplanda sakin bir şelale, arka planda zarif ve simetrik bir dağ birleşince ortaya durdurulamaz bir fotoğraf kompozisyonu çıkıyor. Eski yolun tam şelalenin üzerinden geçtiği yıllarda bu manzara pek fark edilmiyordu, ancak yolun taşınmasıyla Kirkjufellsfoss – Kirkjufell ikilisi tüm dünyanın radarına girdi. Artan popülerlikle birlikte bölgeye yeni yürüyüş yolları ve park alanları eklendi, çünkü özellikle yaz aylarında tripodlu fotoğrafçı kalabalığı eksik olmuyor.
Bu bölgenin güzelliği kadar dikkat edilmesi gereken bir yanı da var: Kirkjufell, İzlanda’nın en tehlikeli dağlarından biri hâline geldi.Yıllar içinde deneyimsiz ziyaretçilerin zirveye çıkmaya çalışırken yaşadığı ölümcül kazalar, hem yerel halkı hem de kurtarma ekiplerini endişelendirdi. Dağın masum görünen eğimi aldatıcı; tırmanış sadece profesyonel dağcılar için uygun. Bu nedenle bölgeyi ziyaret edenlere yalnızca güvenli yürüyüş alanlarında kalmaları ve manzaranın keyfini uzaktan çıkarmaları tavsiye ediliyor.
Grundarfjörður ise yaklaşık 900 kişilik küçük bir balıkçı kasabası olsa da, büyüleyici doğası ve Kirkjufell sayesinde son yıllarda giderek daha fazla ziyaretçi ağırlıyor. Kasabanın içindeki sakin sokaklardan birinde, denize doğru uzanan bir bank vardır; yerel halkın ve sık gelen gezginlerin “Kirkjufell’i en huzurlu izleme noktası” olarak gördüğü bu yer, şelale tarafındaki kalabalıkla karşılaştırıldığında adeta gizli bir köşe gibidir. Buradan dağın şekli daha net seçilir ve ziyaretçiye farklı bir huzur sunar.
3.Deildartunguhver: Avrupa’nın En Güçlü Sıcak Kaynağı

Borgarnes yakınlarında seyahat ediyorsanız, yolunuzu mutlaka Deildartunguhver’e düşürün. Hem doğal güzelliği hem de etkileyici gücüyle burası Batı İzlanda’nın en özel duraklarından biri. Bir çiftliğin ortasında yer alan bu sıcak kaynak, Avrupa’nın en güçlü doğal sıcak su çıkışı olarak biliniyor. Dakikada değil, saniyede kaynar su fışkırtıyor; üstelik bu suyun sıcaklığı yaklaşık 97°C. Kızıl yosunlarla kaplı kayaların arasından çıkan bu buhar ve su, bölgenin jeotermal gücünü çıplak gözle görmenizi sağlıyor. Ayrıca Deildartunguhver’in çevresinde yalnızca burada yetişen bir eğrelti otu türü bulunuyor; bu da bölgeyi botanik açıdan da ilginç kılıyor.
Deildartunguhver’in önemi yalnızca doğal güzelliğiyle sınırlı değil. Bu güçlü kaynak, Borgarnes ve Akranes başta olmak üzere çevredeki yerleşimlerin büyük kısmına sıcak su sağlayan dev bir sistemin parçası. Su, İzlanda’nın en uzun jeotermal hattı olan 64 km’lik bir boru hattıyla taşınıyor. Yani Reykjavik’in kuzeyinde, bu kaynağa 65 km mesafedeki herhangi bir evde veya otelde sıcak bir duş aldıysanız, aslında Deildartunguhver’in suyuyla karşılaşmışsınızdır.
Kaynağın hemen yanında yer alan Krauma Doğal Jeotermal Banyoları ise mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir diğer durak. Burada Deildartunguhver’in kaynar suyu, buzu andıran soğuk bir kaynak suyuyla karıştırılarak ideal banyo sıcaklığına getiriliyor. Tesiste beş farklı sıcak havuz, bir soğuk havuz, sauna, buhar odası ve sakin bir dinlenme alanı bulunuyor. Doğayla iç içe, sessiz ve modern bir spa deneyimi yaşamak isteyenler için Batı İzlanda’nın en keyifli yerlerinden biri.
4.Barnafoss & Hraunfossar Şelaleleri

Barnafoss’un adı, İzlanda’nın en dokunaklı efsanelerinden birine dayanıyor. “Çocuk Şelalesi” anlamına gelen bu isim, Hraunsás çiftliğinde yaşayan iki küçük kardeşin trajik hikâyesini anlatıyor. Rivayete göre, bir sabah anne ve baba kiliseye gitmek üzere evden ayrılırken çocuklara evde kalmalarını tembih etmiş. Ancak iki kardeş sıkılıp ailelerinin peşinden gitmeye karar vermiş. Kiliseye daha hızlı ulaşmalarını sağlayan bir kestirme vardı: coşkun bir şelalenin üstünden geçen doğal bir taş köprü. O dönemde köprü başka bir adla anılıyordu. Çocuklar köprüyü geçmeye çalışırken, hem yükseklik hem de aşağıdaki deli gibi akan su onları korkutmuş; sonuçta ikisi de dengesini kaybedip şelalenin içine düşmüş.
Aile gözyaşları içinde kalırken, özellikle annenin acısı onu deliliğin eşiğine sürüklemiş. Efsanenin bazı versiyonları, kadının köprünün yıkılmasını istediğini söyler; başka anlatılara göre ise anne kara büyüye başvurarak köprüye bir rün işlemiş ve kim bu köprüden geçmeye kalkarsa çocukları gibi aşağıya sürüklenip ölecek bir lanet bırakmış. Hikâyeye göre bu büyü, daha sonra meydana gelen bir depremle köprünün parçalanmasıyla sona ermiş. Her ne kadar bazı ayrıntılar masalsı olsa da, Barnafoss’un güçlü akıntısına düşen birinin kurtulma ihtimali neredeyse olmadığı için efsanenin gerçeklik payı olduğu düşünülür. İzlanda kültüründe rünlerin lanet veya koruma amacıyla kullanıldığı da bilindiğinden, efsane hem büyülü hem de gerçekçi bir tona sahiptir. Belki de bu hikâye, çocukların tehlikeli doğaya yaklaşmaması için uydurulmuş bir uyarı masalıydı.
Barnafoss’u bugün ziyaret ettiğinizde, dar bir vadinin içinden köpürerek akan, kıvrılıp bükülen ve sürekli öfkeli bir enerjiyle ilerleyen bir su akışı görürsünüz. Bu dramatik manzara, hemen birkaç metre ilerisindeki Hraunfossar ile yan yana gelince daha da büyüleyici hâle gelir. Hraunfossar, bir lav platosunun altından süzülen yüzlerce küçük şelaleden oluşur; adeta doğanın huzurlu nefesi gibidir. Bir yanda Barnafoss’un vahşi gücü, diğer yanda Hraunfossar’ın sakin akışı… Bu iki karşıt yapı, İzlanda doğasının ne kadar değişken ve sürprizlerle dolu olduğunun canlı bir örneğidir.
Bölgede görülebilecek diğer önemli yerlerden biri de Deildartunguhver, Avrupa’nın en yüksek debili sıcak su kaynağıdır. Aşırı sıcak olduğundan içine girmek mümkün değildir ama kıpkırmızı yosunlarla kaplı kayaların arasından fışkıran suyu izlemek bile etkileyici bir deneyimdir. Yakınlarda Reykholt yerleşimi bulunur; burası İzlanda’nın en önemli kültür merkezlerinden biridir. Oradaki Snorrastofa sergisi, Viking çağının ünlü tarihçisi ve ozanı Snorri Sturluson’un hayatını ve eserlerini anlatır; İzlanda sagaları, İskandinav kralları ve eski mitolojinin büyük kısmı onun yazıları sayesinde günümüze ulaşmıştır.
Bir başka yakın durak olan Borgarnes ise İzlanda’nın yerleşim tarihine ışık tutan Settlement Center’a ev sahipliği yapar. Burada ülkenin ilk yerleşimcilerinin zorlu hikâyelerini, ayrıca İzlanda’nın en ünlü sagalarından biri olan Egil’in Destanı’nı tanıtan etkileyici sergiler bulunur. Barnafoss’un trajik efsanesinden Reykholt’un kültürel mirasına uzanan bu bölge, hem doğa hem tarih açısından İzlanda’nın en yoğun ve en anlamlı noktalarından biridir.
SONUÇ: İZLANDA BİR ÜLKE DEĞİL, UZUN BİR “VAAY BE” HİSSİ

İzlanda’yı haritada minik bir ada olarak görüp “bu kadar şey sığar mı buraya?” diye düşündüysen, cevabı artık biliyorsun: Fazlasıyla sığıyor. Güney’de siyah kumsallar ve buzullarla başlayan yolculuk; doğuda sessiz fiyortlara, kuzeyde buhar tüten lav alanlarına ve balinalarla dolu koylara, batıda ise çim çatılı evlere, sıcak su kaynaklarına ve kartpostallık dağ manzaralarına bağlanıyor. Her bölge farklı bir ruh hâli vadediyor ama hepsi tek bir ortak duyguya bağlanıyor: “Ben buraya bir kez daha gelirim.”
Bu rehberi okurken fark etmişsindir; İzlanda rotası sadece “şurayı da gör, buraya da uğra” listesi değil, biraz da tempo ve denge meselesi. Bir gün Godafoss’ta çağlayan sulara bakarken ertesi gün Glaumbaer’de küçücük odalarda yaşayan insanların hikâyesine dalabiliyorsun. Bir gün Diamond Beach’te buz “elmaslar” izlerken, ertesi gün Deildartunguhver’in kaynar suyunun şehirleri nasıl ısıttığını görüyorsun. Yani bu ülke, sana hem doğanın şovunu hem de insanın bu coğrafyayla kurduğu ilişkiyi aynı anda izletiyor.

Planlama kısmında kendini kasmana gerek yok; İzlanda sana zaten “yavaşla ve bak” diyen bir yer. Önemli olan, her bölgeden en az bir iki tane unutulmaz anı çıkarmak: Güney’de bir şelalenin arkasına geçmek, kuzeyde termal bir havuzda gökyüzüne bakmak, doğuda kimsenin olmadığı bir yolda durup sadece rüzgârı dinlemek, batıda Kirkjufell’in karşısında bir bankta oturup hiçbir şey yapmamak… Asıl büyü bunlarda saklı.
Kısacası, İzlanda’ya dair aklında tek bir cümle kalsın:Burası gidip “checklist” doldurmalık bir destinasyon değil, gerçekten yaşamalık bir deneyim.Rotanı, mevsimini, hızını kendine göre ayarlarsın; ama bir kere bu adaya ayak bastığında, aklının bir köşesinde hep şu cümle kalır:“Orada bir yer var… Ben orada biraz daha kalmalıydım.”
İzlanda’ya Ne Zaman Gidilir?
İzlanda turu planlayan herkesin kafasındaki ilk soru net: “İzlanda’ya ne zaman gidilir?”
Cevap tek ay, tek mevsim değil; tamamen beklentine göre değişiyor. İlkbahar (Nisan–Mayıs) 3–9 derece arası, arada kar sürprizi, dağlarda eriyen karlar, şehirlerde açan çiçekler ve göç eden kuşlar… Özellikle de Puffin’lerin sahneye giriş dönemi. Turist yoğunluğu az, fiyatlar görece daha uygun. Yaz dönemi (Mayıs sonu–Ağustos) 8–15 derece ama bazen 20+ dereceleri de görüyor. Gün batımıyla gün doğumunun birbirine karıştığı o sonsuz “altın saat” fotoğrafçıların rüyası. Festivaller, etkinlikler, Fimmvörðuháls ve Laugavegur gibi efsane trekking rotalarının açık olduğu dönem de yine yaz.
Sonbahar (Ağustos–Kasım başı) 0–10 derece arası ve İzlanda’nın o deli güzel sonbahar renklerini görmek için en iyi zaman. Bonus olarak: Kuzey ışıkları için de en iyi sezonlardan biri. Ama Türk klasiği “İzlanda = kuzey ışığı” takıntısına çok kapılmamak lazım; ülke sadece auroradan ibaret değil, yer yüzü zaten başlı başına görsel efekt. Kışa (Kasım–Mart) geldiğimizde ise hava 0–2 derece bandında, bazı bölgelerde -10’lara inebiliyor. Bu dönem iki şey için altın değerinde: kuzey ışıkları ve buz mağaraları. Buz mağaraları sadece kışın oluşuyor, yazın eriyip şekil değiştiriyor; o yüzden “buzul mağarası göreceğim” diyorsan mevsim seçimi kilit.
İzlanda’ya gitmek için temel motivasyon seti aslında çok net:
- Kuzey ışıkları (kabaca Eylül–Nisan)
- Balina gözlemi (Mart–Kasım, kış aylarında tur yok)
- Buz mağaraları (Kasım–Nisan)
- Buzul gölünde bot turu (yaz dönemi)
- Puffin (Nisan–Eylül)
Yani her şeyi “tek seferde” görme hayali biraz ütopik. Aynı dönemde hem kuzey ışıkları hem balina görme şansın var; ama buz mağarası + puffin + buzul gölü tekne turu + kuzey ışığı hepsi bir arada olsun dersen, evren sana hafif hafif gülüyor. Yazın gidersen balina + buzul gölü bot turu + puffin üçlüsünü rahatlıkla yakalıyorsun; kışın gidersen kuzey ışıkları + buz mağaraları combo’su geliyor.
Bir de işin gün ışığı boyutu var ki, plan yaparken oyunu tamamen değiştiriyor. Kısaca tablo şöyle:
Kış aylarında (Aralık–Ocak) 4–5 saatlik mini bir gündüz yaşıyorsun; Şubat–Mart’ta 7–13,5 saate çıkıyor. Nisan’dan itibaren sahne yazın: Mayıs–Temmuz döneminde gün ışığı 18–23+ saate kadar uzuyor, “gece oldu mu şu an?” hissini sık sık yaşıyorsun. Ağustos’ta 14,5–18, Eylül’de 11,5–14,5, Ekim–Kasım’da ise 5–11 saat aralığına geri dönüyor.
Özetle:
“Uzun uzun gezeyim, gündüz hiç bitmesin” diyorsan: Mayıs–Ağustos.
“Hem karanlık olsun hem aurora kovalayayım” diyorsan: Eylül–Mart.
Sonuç?
İzlanda için “en iyi zaman” diye tek bir cevap yok; “sen ne görmek istiyorsun?” diye bir soru var. Kuzey ışığı mı, balina mı, buz mağarası mı, puffin mi, yoksa hepsinden biraz mı? Önce önceliğini seç, sonra mevsimini. Gerisi zaten şu: uygun uçak bileti, kalın bir mont ve bolca “vaay be” anı.
Diğer İzlanda yazılarımızın tümüne buradan ulaşabilirsiniz.