Ürdün Turu Planlaması

ÜrdünÜrdün Turu Planlaması

Ürdün bir kez gidip doyamadığımız sonra üzerine 7 gün bize ancak yeter diyerek tekrar gittiğimiz bir ülke. Bu sefer normal rotanın dışına çıkarak Ürdün turu planlamasını 7 gün olarak yaptık. Ürdün turuna ister münferit ister grupla gidin ama Ürdün yazımızı okumadan sakın çıkmayın. Bir orta doğu ülkesi olan Ürdün kuzeyinde Suriye, doğusunda Irak, güneyinde Suudi Arabistan, güneybatısında Kızıldeniz, batısında Filistin ve Lut Gölü ile çevrilidir. Konumu itibariyle herkesin kafasında güvenlik anlamında soru işareti bırakıyor. Ürdün’de şuan da güvenlik sorunu yok ama ilerleyen yıllarda ne olur bilinmez. O yüzden siz siz olun ülkemize sadece bir kaç uçuş mesafesinde bulunan bu ülkeyi bir an önce listenize alın.

Taşlara oyulmuş Petrasıyla, kırmızı kumlarla örtülü Rum vadisiyle, denize kıyısı olan  Akabe şehriyle ve fazlasıyla Ürdün’de gezilecek yerler hakkında bilip bilmediğiniz tüm bilgileri bir araya getirdik.

Ürdün Nerede diye merak edenler makalemizi okuyabilirsiniz.

ÜRDÜN TURU ROTASI

En başta kalınacak gün sayısını söylemekte fayda olduğunu düşünüyoruz. Sakın ola Ürdün’e 3-4 gün gibi kısa bir süre ayırmayın. Zaten ülke ufak olduğu için en kuzeyden en güneye araçla yaklaşık 5 saatte gidiliyor. Eğer bizim gibi ülkeyi baştan sona gezme planınız varsa Türkiye’den Amman’a uçup dönüşünüzü Akabe’den Türkiye olacak şekilde organize edebilirsiniz. Biz plan yaptığımızda henüz Akabe uçak seferleri açık olmadığından mecbur gidiş ve dönüşümüzü Amman üzerinden almıştık. Ya da uçak fiyatlarının durumuna göre rotayı tam tersten Türkiye – Akabe, Amman – Türkiye şeklinde de yapabilirsiniz. Böylelikle ülkenin bir ucundan başlayıp bir ucunda biten seyahatiniz sonunda bir daha karayolu yolculuğu yapmaya gerek kalmadan bulunduğunuz noktadan ülkenize dönebilirsiniz. Bu bahsettiğimiz çoklu uçuş olduğu için uçak fiyatları aynı yöne gidiş-dönüş’e göre biraz daha pahalı olabilir. O yüzden bizim önerimiz üzerine uçak fiyatlarını kontrol edip çoklu uçuş ya da aynı yöne gidiş-dönüş bilet almak sizin tercihiniz.

Bizim rotamız bahsettiğimiz gibi Ürdün’ün başkenti Amman’dan başladı. Ürdün’ün kuzey bölgesini gezdikten sonra Madaba bölgesi ve Tuz gölüne gittik. Daha sonra Dana Vadisi üzerinden Petra Antik Kenti ve Wadi Rum’a giderek finali Ürdün’ün sahile kıyısı olan şehir Akabe’de tamamladık.

ROMA ŞEHRİ JERASH (CERAŞ)

Ürdün’ün başkenti Amman’ın 48 km kuzeyinde, Gilead dağlarının arasında bir antik kenttir. İtalya dışında dünyadaki Roma mimarisinin en iyi korunmuş yerlerinden biridir. Roma İmapartorluğunun ihtişamını gözler önüne seren antik kent taş döşeli-sütunlu caddeler, tiyatroları, meydanları ile günümüze kadar ayakta kalmayı başarmıştır. Antik şehrin yaklaşık %80’i ayakta kalmayı başardığından dünyanın en iyi korunmuş antik şehirlerinden birisi ve Ortadoğu’nun ise en iyi korunmuş antik şehri olarak kabul edilmektedir.

Doğu’nun Pompei’si olarak anılan Jerash şehrinin tarihi M.Ö 2000 yılına kadar uzanmaktadır. Büyük İskender’den sonra şehre sırayla Roma, Bizans, Emeviler, Haçlılar, Eyyubiler, Memlükler ve Osmanlılar hakimiyet kurmuş. Ve şehri gezerken de göreceğiniz üzere her uygarlık burada hakimiyeti süresince kendinden bir şeyler yapmış. Romalılar tapınak, Bizanslılar kilise ve Osmanlı ise cami yaptırmıştır.

Şehir Büyük İskender tarafından kurulmuştur. Şehir Arap yarımadasından Suriye’ye kadar Akdeniz bölgesinden getirilen tütsü ve baharat ticaret yolunun üzerinde olduğundan coğrafi konum itibariyle şehir kurulduktan sonra uzun yıllar refah içindeymiş. Jerash Roma İmparatorluğunun eline geçtikten sonra Roma’nın 5 iyi imparatorun 3.sü olan Hadrianus’un en değer verdiği şehir olmuş. Ve şehrin gelişimi MS.130’a kadar devam etmiş. M.S 190 yılında şehirdeki itaatsizlik, vergilerin artışı ve enflasyonun yükselmesiyle bu Jerash’ın ticaretini olumsuz etkilemiştir. Bunun üzerine M.S 320 yılında Jerash Bizans egemenliğinin altına girerek Hristiyan bir şehir haline getirildi.

749 yılında öyle bir deprem meydana gelmiş ki tüm şehir adeta toprak altında kalmış. Pek çok can kaybı yaşanmış. Bunu üzerine şehir terk edilmiş ta ki 1806 yılında Avrupa kaşifi – Alman kaşifi Ulrich Jasper Seetzen tarafından keşfedilene kadar. Şehirdeki kazılar 1920’li yıllardan bu yana durmadan devam ediyor. Petra’dan sonra Ürdün’ün en turistik ikinci bölgesidir burası. Amman’a kadar gelip de buraya uğramazsanız darılırız. Gelin de elin uygarlığı nasıl şehir yapmış, yıllarca nasıl ayakta kalmış şahit olun.

Şehir içinde görmeniz gereken yerler :

Hadrianus Kapısı : Önce Hadrianus kapısından geçiliyor. Burası şehrin giriş kapısı değildir. İmparator Hadrianus’unn, M.S 129 yılında Jerash’a yaptığı ziyareti kutlamak amacıyla inşa edilmiş.

Hipodrom : Hadrianus kapısını geçtikten sonra Hipodrom solunuzda kalacak. Burasının gezilecek hali kalmamış açıkçası. Şehrin dışında yerel yaşamın olması ve buraya insanların rahatlıkla girip çıkıyor olması ne yazık ki hipodromu bakımsız hale dönüştürmüş.

Hadrianus ve Hipodrom’a kadar şehri gezmek ücretsiz. Bundan sonrası için gişeden bilet alıp öyle devam edebilirsiniz.

Forum (Oval Plaza) : İyonik sütunlarla çevrili bu meydan zamanında ticaretin ve alışveriş döndüğü meydanmış. Yani pazar alanı dersek yanlış olmaz. Meydanı çevreleyen her iki sütunun arasında o zamanlar dükkanlar varmış. Meydanın ortasına da tezgahlar kurulur, delice alışveriş edilirmiş 😉

Tiyatro : Forum meydanına girdiğiniz zaman arkanıza dönüp bakarsanız tepede bir yapı göreceksiniz. Burası tiyatrodur. Tiyatronun en değişik yanı tam ortasında bir noktanın olması. Burada performans sergileyecek olan kişinin ses akustiğini ayarlayan bir nokta. Gittiğinizde tam dediğimiz noktada durup yüzünüz tiyatroya doğru konuşup ne demek istediğimizi anlayabilirsiniz. Ama yüzünüz tiyatroya bakmak zorunda ters durursanız bu sistemin işlemediğini göreceksiniz.

Su Deposu : Forum Meydanından Artemis tapınağına doğru uzanan sütunlu yolu devam ederken sol tarafınızda heybetli bir yapı göreceksiniz. Aslan motifleri olan ve tam yapının önünde kayası vardır. Burası zamanının su deposuymuş. Kaynaktan gelen sular aslan heykellerinin ağzından dökülerek önde duran koca taş çanağın içine dolarmış.

Ve yine sütunlu yol boyunca özellikle yolun sol kısmındaki minik merdivenleri görmeyi de ihmal etmeyin. Bu merdivenler kadınların ata rahat binmeleri için yapılmış. Pehhh adamlar her ayrıntıyı düşünmüş.

Sütunlu Yol ve Artemis Tapınağı diğer görülecek yerler arasındadır. Bu listelediğimiz yerleri gezmeniz

AJLOUN KALESİ (ACLUN KALESİ)

Aclun kalesi Jerash antik kentine yaklaşık yarım saat uzaklıkta deniz seviyesinden 1200 metre yukarıda bir tepeye inşa edilmiştir. Tarihi değeri ve sahip olduğu manzarasıyla misafirlerine mükemmel manzara sunuyor.

Aclun’a Umeyyiler, Abbasiler, Eyyubiler ve Memlüklerden sonra 1517-1918 yılları arasında Osmanlı hakim olmuştur. Kale orjinalinde Eyyubiler döneminde 1148-1185 yılları arasında Selahaddin Eyyubi tarafından Haçlı saldırılarına karşı Kudüs’ün savunulması amacıyla inşa edilmiş. Memlüklerin hakimiyeti söz konusu olduğundan burayı sürgün yeri olarak kullanmışlar. Osmanlı döneminde ise Şam hacılarının geçiş yollarından biri olmuş. Memlükler döneminde Şam’a bağlı olan Aclun Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında Osmanlı topraklarına katılmış. İdari bakımdan Şam’a bağlı bir sancak haline getirilmiş. Yani özetlemek gerekirse Kudüs’un korunması için yapılmış. Her kim Kudüs’ü almak isterse önünde bir engel teşkil eden Aclun kalesini geçmeliymiş.

Kale içinde üzülerek söylüyoruz ki görülmeye değer bir şey yok. Tarihi eserlerin sergilendiği minik bir oda, askerlerin yaşadığı boş odalar, ahırlar, seyir terası ve içinde bulunan bir odada tezgah açıp satış yapan yerliler haricinde pek bir şey görmek mümkün değil. Tek tavsiyemiz seyir tepesine çıkıp etrafı izlemeniz.

NEBO DAĞI

Tevrat’a göre Hz. Musa’nın kendisine vaat edilen topraklara baktığı yerdir burası. Aslında tüm dinler tarafından kutsal kabul edilen bir yerdir. Hz. Musa’nın bu bölgede vefat ettiği ve yine mezarının da bu bölgede bulunduğu söylenmektedir.

Bilet gişesinden sonra biraz yürümek gerekiyor. Ama kilise ve müzenin bulunduğu nokta oldukça bakımlı ve tertemiz. İlk göreceğiniz yer ufak bir salon içinde mozaiklerin sergilendiği müze. Burayı devam edince yepyeni kiliseyi göreceksiniz. Kilise içinde de yine mozaikler sergileniyor. Çevreden toplanmış mozaikler şimdi bu kilisenin içinde. Kilise kapısının hemen çaprazında Nebo dağı haritasının yanında bir heykel var. Bu heykel 2000 yılında Papa II.John Paul’ün burayı ziyaret etmesinin anısına yapılmış. Bahsetmiş olduğumuz kilise 1933 yılında yapılan kazılar sonucu bulunan kalıntılara zarar gelmesin diye inşa edilmiş. İçinde bahsettiğimiz gibi çevreden ve Nebo dağı kazılarından bulunan mozaikler sergileniyor.

Nebo dağı haritasının önüne gelirseniz bu tepenin nerelere hakim olduğunu çok net anlarsınız. Harita oldukça açıklayıcı. Biraz Lut gölü şanlıysanız biraz da Kudüs manzarasından sonra buradan ayrılabilirsiniz. Nebo dağından çıktıktan sonra bir kaç yüz metre ilerde Musa’nın hayatını anlatan bir park var. Heykellerle süslenmiş ufacık bir park. Girip 5-10 dakika vakit geçirebilirsiniz. 

MADABA

Ürdün’ün en fazla Hristiyan nüfusunun yaşadığı bölgedir burası. Madaba şehrinin tarihi çok eski yıllara dayanmaktadır. Zaten bunun en iyi kanıtı da mozaik şehri olarak bilinmesidir. Madaba’yı Madaba yapan asıl şey St.George Ortodoks Kilisesidir. Eskiden St.George’un olduğu noktada başka kilise varmış. 1884 yılında eski kilisenin yerine yenisi yapılmış. Kilisenin en önemli şeyi 6 yy’dan kalma mozaik haritasıdır. Ürdün’de pek çok kilise için mozaik görmek mümkündür. Ama en değerlisinin St.George kilisesinde Madaba şehrinde olduğunu da belirtelim. Kilise içinde zeminde bulunan harita Lübnan’dan Mısır’a kadar uzanan ve içinde onlarca noktayı gösterir şekilde yapılmıştır. Aslında tüm dini mekanları gösteriyor diyebiliriz. Kudüs, Nil nehri, ölüdeniz, ürdün nehri, Karak, Hebron ve daha fazlası harita üzerinde görülmektedir. Harita üzerinde 1 numaralı yer Kudüs’ün. Etrafı çevrili olan yer. 3 ve 4 numara arasında Ölüdeniz’den Ürdün nehrine kaçan bir balık vardır. Bu da ölüdeniz de hiçbir canlının yaşamadığını simgelemektedir.

Normal haritaların aksine bu haritada baktığımız kuzey noktası aslında doğu olarak yapılmış. Yani haritaya düz baktığınızda batıdan doğuya bakmış oluyorsunuz. Bu dizaynla bağlantılı olarak yine yazılarda okunabilecek şekilde yazılmıştır.

LUT GÖLÜ & LUT KAVMİ

Çok eski yıllara dönüp bakarsak medeniyetler hep Arabistan yarımadası, Mezopotamya düzlükleri ve Afrika kıtasında doğmuştur. Ve ne hikmetse hep topraklara elçiler indirilmiştir. İşte kendilerine elçi indirilen toprak Ürdün kavim ise Lut kavmidir. Hz. Lut’un indirildiği kavim eşcinselliğin yaygın olduğu bir halkmış. Hz. Lut onları bu sapkınlıktan kurtarmak için gönderilmiş fakat halk onu yalanlayarak peygamberliğini inkar etmişlerdir. Kitab-ı mukaddes’te Kuran-ı Kerim’e benzer şekilde anlatılan yer Sodon şehridir. Hz.Lut’un kavminin başına gelecek felaketten 1 gün önce melekler gelerek uyarmış ve kimsenin arkasına bakmadan kaçmalarını söylemişler. Arkasına bakanların taş oldukları rivayet ediliyor. Hatta bu taş olanlardan biri de Hz.Lut’un eşidir. Lut gölü kıyılarında dağların tepelerinde onlarca taşlaşmış heykel bulunuyor. Biz de yol üstünde bir tanesine denk geldik.

Asıl gelelim olayın bilimsel açıklamasına; Bu topraklarda arkeologların yaptığı incelemeler sonucu ciddi kanıtlar elde etmişlerdir. İncelemeler sonucu toprak altından çıkarılan insan iskeletlerine bakıldığında iskeletler üzerinde depremin vermiş olduğu ciddi tahribat tespit edilmiş. Güçlü deliller bulan biri vardır ki o da İngiliz Jeoloj Graham Harris’dir. Bu bölgede asfalt maddesi çok yoğundur. Eski dönemlerde bu madde inşaatta ve teknelerin su yalıtkanlığını için kullanılırmış. Ve bu maddeden dolayı aynı zamanda zıt yönde hareket eden iki tektonik plakanın birleştiği yerde olmasıyla bölge deprem bölgesidir. Depremin ve büyük bir volkanik patlamanın olduğu kazılar sonucu ortaya çıkarılan bazalt ve lav katmaları sayesinde kanıtlanmıştır. Ölüdenizin tabanı metan gazı ile örtülüdür. Bu da depremin harekete geçmesini tetiklemiştir.  Depremin meydana gelmesiyle zemin bataklığa dönüşür ve çevresindekileri içine çeker. Cambridge Üniversitesinde yapılan deney yukarıda bahsettiklerimizi tam anlamıyla doğrular niteliktedir. Bu durumda Lut kavminin sonu ne olmuş, şu an ölüdenizin derinliklerinde ne sırlar yatıyor bunları da siz araştırın artık 🙂 Şimdi dünyanın en alçak noktasından bahsedelim sizlere.

Ürdün’ün en önemli yerindeyiz bu sefer. Ölüdeniz yani diğer adıyla Lut Gölü.

Biliyorsunuz deniz seviyesi 0, ölüdeniz ise denizden 430 metre daha alçak. Bu demek oluyorki -430 metredeyiz.

Gölün 67 km uzunluğu 18 km eni var. Orjinalinde 380 km uzunluğa sahip olup Türkiye’den başlayıp Arap yarımadasına kadar uzanan bir vadiymiş. Ancak jeografik değişikliklerden etkilendiği için şimdi 67 km uzunluğuna düşmüş. Bu oran her yıl azalmaktaymış.

Tuz oranı % 37’dir. Atlantik ve Pasifik okyanusundan 10 kat daha tuzludur.

Mısır’daki mumyalama Ölüdeniz’den tedarik edilen asfalt ile gerçekleştiriliyormuş.

Deneyimimizi anlatmak gerekirse; Öncelikle ölüdeniz’de suya girmek için bu bölgede ölüdeniz’e kıyısı olan bir otelde kalmanız. Halk plajlarında rahat girmeniz söz konusu değil. Hele Ürdün’ün tatil günleri olan Cuma ve Cumartesi günleri halkın akın ettiği de göz önüne alınırsa bu günlerde hiç mi hiç tavsiye etmiyoruz. Her otelin plajında şezlong, havlu ve çamur hizmeti olduğu için biz çok rahat ettik.

Ölüdeniz’e girerken dikkat etmeniz gereken başlıca şey yüzmeye çalışmamaktır. Ne de olsa Ölüdeniz’de yüzmeyi bilen yüzemez, yüzme bilmeyen boğulmaz diye boşuna dememişler. Suyun %34 tuz oranıyla bağlantılı olarak ciddi kaldırma gücü var. Suya girdikten sonra kendinizi sırt üstü bırakmanız yeter. Yüzüstü yaparsanız boğulma tehlikesi olduğunu aklınızdan çıkarmayın.

Suya kafanızı sokabilirsiniz ama gözlerinize dikkat edin. Cildinizde açık yara varsa girmeyin. Tuz yaranızı ciddi yakar. Ölüdenizden çıkarılan çamur çok mineralli olduğu için suya girmeden önce bol bol çamurlanın. Sonra suya girip suda çamur çözüldükten sonra cildinizin nasıl yumuşacık olduğunu hissedeceksiniz. Bir de buraya kadar gelmişken ölüdeniz tuzunu, sabununu, maskelerini almadan dönmeyin.

WADI MUJIB

Wadi Mujib diye bir yer duymuş muydunuz hiç? Pek çoğunuz muhtemelen duymamıştır. Aslında Ürdün’e renk ve eğlence katan ender yerlerden biridir burası. Size “İyi ki Ürdün’e gelmişim” dedirtecek kadar etkileyicidir. Wadi Mujib sizi bir günlüğüne tarihten koparacak, ertesi gün de kol ve bacak ağrılarınıza yol açacak kadar müthiştir.

Parkur gidiş-dönüş toplam 3 saat sürüyor,

Buraya öğle saatlerinde yani havanın en sıcak olduğu zamanda gelmenizi tavsiye ederiz,

Su sıcaklığı süper. Ilık insanı ilk girişte üşütmeyen bir suyu var. Ama uzun bir parkur olduğundan ve vadi içinde kaldığı için pek çok yer güneş görmüyor. O yüzden öğle saatlerini tercih etmek faydalı,

Güvenlik konusuna değinirsek, güvenliğiniz için sadece can yeleği veriliyor. Aslında kask ve eldiven de olması gerekiyor. Ürdün turizm ve güvenlik konusunda ne yazık ki çok geride bir ülke. İnanıyoruz ki zamanla Wadi Mujib’deki güvenliği arttırırlar, Parkur boyunca belirli noktalarda da görevli olmasını gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü kolay bir parkur olmadığından yardım gerektiriyor,

Wadi Mujib kanyon turu boyunca zemindeki taş ve kayalar kaygan olmadığından yanınıza suya girecek bir ayakkabı almanız yeterli. Tabanı kalın olsun ki taşların üzerinde yürümek işinizi kolaylaştırsın,

Wadi Mujib girişinde deniz ayakkabıları 5 dinara satılıyor. Deniz ayakkabılarının tabanı ince olduğundan tavsiye etmiyoruz.

Yanınıza sakın normal kamera ve telefon almayın. Eğer kendinize güveniyorsanız su geçirmez kameralar alabilirsiniz. Çünkü parkurun bazı noktalarında iki elinizi kullanmanız gerektiğinden kamerayı tutamayabilirsiniz. Kameranın mutlaka kolunuza geçecek ipi olmalı. Parkur geçişlerinde kameranın kayalara çarpmamasına da dikkat etmelisiniz.

Girişte üstünü değiştirmek için sadece tuvaletleri kullanabiliyorsunuz. Tuvaletlerde askı bile olmadığını hatırlatalım. Bilin ki ona göre önleminizi alın. Soyunma kabini olmayan yer de duş alacak yer var mı diye sormazsınız umarız 🙂

Kanyon turunuzu bitirdikten sonra girişteki kasanın hemen önünde bir kapı var. Oradan geçince merdivenlerden aşağı inip cafeye görebilirsiniz. Oldukça lezzetli ve uygun fiyata sandviç alabilirsiniz. En azından karnınızı acıktıran turdan sonra midenizi bastırmış olur. Genel olarak Wadi Mujib ile ilgili vereceğimiz temel bilgiler bunlar.

Kendi deneyimimizi anlatmak gerekirse; Hayatınızda bazı deneyimler vardır ya hiç aklınızdan çıkmaz. Yaşadığınız bir macerayı sürekli anlatırsınız. İşte Wadi Mujib kanyonu da onlardan biri bizim için. Bundan bir kaç yıl önce 90 gün Filipinler’in en bilinmeyen adalarını keşfetmek için yola çıkmıştık. O zamanlar karşımıza Kawasan Fall isimli bir şelale çıkmıştı. Öyle bir kanyon turuydu ki bu öncesinden hiç böyle bir deneyim yaşamamış hiç bu kadar heyecanlanmamıştık. Wadi Mujib’i görünce ister istemez aklımıza Kawasan geldi.

Girişte eşyalarımızı kilidi olmayan emanet dolaplarına koyduktan sonra can yeleklerimizi aldığımız gibi demir bir köprüden geçip kanyonun girişine vardık. Zaten köprüden bir kaç adım atıp köşeyi döndükten sonra öyle bir manzara karşıladı ki bizleri, daha kanyonun derinliklerine girmeden kendine hayran bıraktı. Köprünün bitmesiyle yukarıdan aşağı inmek için diklemesine bir merdiven koymuşlar. Merdiveni dikkatle indikten sonra dizimize gelen su içinde ağır ağır yürümeye başladık. Yaklaşık 500-600 metre yürüdükten sonra büyüleyici kanyon oluşumlarının içine girdik. Kayaların şekli ve rengi o kadar değişikti ki bugüne kadar hiç olmadığımız bir ambiyans içine gireceğimizden şüphemiz yoktu. Etkileyici renkler ve oluşumuyla ağzımızı açık bırakan vadi içinde sulara bata çıka ilerlemeye devam ettik. Gönül istiyor ki her köşede fotoğraf video çekelim. Belirli bir noktadan sonra zorlu parkurlarla karşı karşıyaya kaldık. Guptan bir kaç kişi zorlu parkurları görr görmez pes etti. Onları ardımızda bırakıp kanı kaynayanlarla birlikte yolumuza devam ettik.

Parkurlardaki tek yardımcı şey karşıdan karşıya geçmeye yarayan halatlar. Bu sayede bizim yönümüze akan yoğun akıntı karşısında bu halatlar sayesinde zor da olsa geçmek mümkün hale geliyor.

Bazı parkurlarda ise dimdik kayaları tırmanmak gerekiyor. Bunun içinde kayalara ayak basıp tırmanabilmek için demirler monte etmişler. Bunun gibi 5-6 parkur sonrası kanyonun sonuna büyük bir zafer sevinciyle ulaştık. Sonda sadece şelale var. Önüne ip gererek tehlikelidir girilmez tabelası koymuşlar. Başarımızı delillendirip yine geldiğimiz yolu aynı şekilde geri döndük. Tek farkı kanyonun en zorlu parkurunu dönüşte kayarak geçmekti. En zevklisi de bu diyebiliriz.

Unutamayacağımız bir kaç deneyimden biri oldu Wadi Mujib. Ürdün’e gelecek olan herkese mutlaka tavsiye ediyoruz. Eğer yazımızı okuyup gitmeye karar verecek olursanız dönüşte bize dua edeceksiniz 🙂

PETRA ANTİK KENT

Petra antik kentinin tarihini ve detaylarını anlatmadan önce bilmenizi istediğimiz şey Ad Kavmidir. Hz.Hud’un kavmi olan Ad kavmi.İngiliz araştırmacı Bertham Thomas 1932 yılında Arabia Felix isimli kitabında Ad kavminden bahsetmiştir. Arabia Felix Romalıların Arap yarımadasının güney kesimine verdiği isimdir. Şanslı araplar anlamına da gelir.

Neden Şanslılardı? Ad kavminin yaşadığı bölgede özel bir çam ağacı yetişiyormuş. Bu çam ağacının reçinesinden kehribar ürettip bunu dışarı satıyorlarmış. Bu ürün ayrıca dini ayinlerde tütsü niyetine de kullanılırmış. Reçine o kadar değerliymiş ki altından bile üstünmüş. Bertham Thomas yazmış olduğu Arabia Felic kitabında şanlı kavimlerden birinin izini bulduğunu söyler. Bu bahsettiğimiz kavim İrem şehrinde yaşıyormuş. Zenginliklerine düşkün bu kavim kendinden düşük konumda olanları horlamış ve ilk putlara tapan kavim olmuştur. Ve tufan sonucu helak olmuşlardır.

Şimdi Ad kavminin Petra’yla alakası ne diye soruyorsunuz muhtemelen. Şimdi geliyoruz açıklamaya! Ad kavminin helak olmasıyla yeni bir kavim ortaya çıktı. Hz. Salih’in kavmi olan Semut’lar (Nebatiler). Semutlar o kadar güçlü bir kavimmiş ki, taşı kıracak kadar güçlü oldukları söylenir. Nebatiler (Semutlar) Ad kavminin başına gelenler kendi başlarına gelmesin diye, olası bir deprem felaketine karşı taşları yukarıdan aşağı oyarak kayalar arasında bir yaşam alanı inşa etmişler. Bu kavim de bir süre sonra putlara tapmaya başlamış ve doğru yolu bulsunlar diye Hz.Salih gönderilmiş. Her hikayede olduğu gibi kavim Hz.Salih’ten bir mucize yapmasını istemiş. Bu mucize yaşadıkları bölgedeki Kasibe isimli kayadan bir dişi deve çıkarılmasıymış. Hz.Salih’de mucizesini yaparak bir hamile dişi deve çıkarmış bu kaya arasından. Tabi bu olay üzerine yine inananların sayısı çok azmış. Fakat Hz.Salih gerçekleştirdiği mucizeden sonra kavme şart sunmuş. Yaşadıkları bölgede bir gün deve su içecek diğer gün de halk su içecekmiş. Herkes kabul ediyor tabi. Sonra deve su içtiği günler şehirdeki tüm suyu tüketince halka tak ediyor. Yeter devenin su içeceği gün tüm suyumuz bitiyor. Ya deveyi ya da Salih’i öldürelim diyorlar. Son karar deveyi öldürmekten yana oluyor. 

HÛD-65: Fakat onu kesip devirdiler. Sâlih dedi ki: “Yurdunuzda üç gün yaşayın, (sonra mahvolacaksınız); bu, yalan olmayan bir uyarıdır!”) 

Deveyi öldüren kavmin kurtulması için tek çaresi vardı. O da devenin yavrusunu bulup su içirmeleriydi. Nasıl Hz.Salih deveyi kaya arasından çıkardıysa devenin yavrusu da bu kayadan girip yok olmuştu.

HÛD-67: Zulmedenleri ise o korkunç ses yakaladı ve yurtlarında yüzüstü serilip kaldılar.

Petra Tarihi

Latince ve Arapça’da kelime anlamı taş olan Petra 1985 yılında Unesco Dünya Mirası Listesine alınmış ve 2007 yılında Dünyanın Yeni 7 Harikası listesine girmeye hak kazanmıştır. M.Ö 400’den M.S 100’e kadar Nebatilerin başkenti olmuştur. Nebatiler güneyden kuzeye gelerek dışarıdan hiçbir şekilde görülmeyen bu vadiyi yerleşmek için seçtiler ve yeni bir medeniyete imza attılar. Nebatilerin kurmuş olduğu medeniyet M.S 100’de Romalılar tarafından ele geçiriliyor. Romalılardan sonraki hakimiyet Osmanlı İmparatorluğuna geçiyor. Osmanlı döneminde bu şehre giriş yasakmış. Bu şehre girmeyi başaran kişi 1812 yılında arap kılığına bürünen bir İsviçreli araştırmacı Johann Ludwig Burckhard’dır. Osmanlı döneminin hüküm sürdüğü süreçte buraya girmeyi başaran başka kimse olmamıştır. Johann Ludwig Burckhard kendisini hint müslümanı olarak tanıtarak buraya gelme amacının Hz.Harun peygambere kurban sunmak olduğunu söyler. Ve o zamanın şehir yerlileri Burckhard’ın gül şehrine gitmesine izin verirler. Burckhard’dan sonra Petra’nın keşfi 1989 yılında George Lucas’ın buraya gelmesiyle gerçekleşir. George Lucas gördüğü şehir karşısında o kadar etkilenmiştir ki Indiana Jones serisinin 3.filmi Son Kaçış’ı burada çekmeye karar verir. Filmin üstüne burayı film seti sanıp gelen ziyaretçiler aslında set değil de gerçek olmadığını görünce Petra’nın ünü git gide artar ve bugünkü değerine kavuşur. Petra kervan yolu üzerinde olduğu için kendi döneminde zenginlik içindeymiş. Fakat sonrasında gemilerin keşfedilmesiyle ticaret develer yerine gemilerle yapılmaya başlanıyor. Vadi içinde bulunan bu şehir dışarıdan hiçbir şekilde gözükmüyor. Bu da ne kadar korunaklı olduğunu gösteriyor.

Bilet gişesinden geçtikten sonra geniş bir vadi içinden yürüyerek Siq yoluna varıyorsunuz. Nebatiler buraya geldiği zaman siq yoluna varmadan bir kaç yüz metreyi oymuş. Ve oyduktan sonra Siq yolu çıkmış karşılarına. Yani yaklaşık 1 km yürüdüğünüz Siq yolu Nebatiler tarafından oluşturulmamıştır. Siq yoluna varmadan önce yolun sağında bir kaya göreceksiniz. Hani demiştik ya Nebatiler bu şehri yukarıdan aşağı doğru oyarak inşa etmişler diye. İşte bunun en güzel örneği bu kaya üzerinde yarım kalmış kazıdır. Dikkat ederseniz yukarıdan aşağı doğru yapılmaya başlanmış ve sonra tamamlanmamış. Tam bu kayanın karşısında/yolun karşısında mezarlık olan bir kaya göreceksiniz. İçinde 5 tane mezarlık var. Kayada kaç mezar olduğunu belli etmek için piramit gibi şekiller yapılmış. Yola devam edince Siq yoluna varmadan hemen sağ tarafta su tüneli göreceksiniz. Zamanında burada yağmur yağdığında çok büyük seller meydana geliyormuş. 20 dakika için suların seviyesi 10 metreyi buluyormuş. M.Ö 1.yy’da buraya baraj yaparak sel yüzünden gelen suları tahliye etmek amacıyla 90 metre tünel kazmışlar. Ve vadiye gelen sular bu baraja sayesinde bir tünelden geçerek başka vadiye tahliye oluyormuş.

Siq yolu üzerindeki deve heykelleri : Uzakdoğudan gelen ticari mallar Yemen’e gidiyormuş. Tüccarların develeriyle geçtiği deve yoluymuş burası. Yol üzerinde deveyi süren kişiyle 2 devenin figürü kayalara oyulmuştur. Şeklin tamamı kalmasa da devenin ayakları hala gözle görülebiliyor.

Petra’daki Kabe : İslamın ilk 100 senesinde hayatta kalmış camileri incelenmiş ve hepsinin yönünün Ürdün’ün güneyinde bir noktayı işaret ettiği tespit edilmiş. Tüm camilerin yönü Petra’ya dönük vaziyetteymiş. Bu nedenle burası eski arap haccının da odağı olmuş. Kabe olarak adlandırılan ufak kaya Siq yolundan Hazine binasına doğru giderken sağ tarafınızda kalıyor. İslam öncesi ilah putlardan Uzza ve oğlu Hubelin oymaları kaya üzerinde görülebilir.

Hazine Binası : Siq yolunun sonu Petra’nın ana manzarasıyla karşılıyor bizleri. Hazine binası Petra’nın en turistik en bilinen yapılarından en önemlisidir. Gördüğünüz yapı tamamen insan elinden çıkma. Kumtaşı yukarıdan aşağı oyularak bu şekle sokulmuş. Yapının içinde gizli mezar odaları var. Binanın içinde bundan bir kaç yıl önce girilebiliyorken artık girişe kapatılmış. Hazine binası tüm kervanın taşıdığı malleın korunduğu yerdir. Bedeviler şehrin en güvenli erinin burası olduğuna inanıyorlarmış. Hazine binası önünde sadece fotoğraf çekilmekle kalmayın lütfen sembolleri inceleyin. Haftanın 7 günü, ayın 30 günü ve yılın 12 ayı çeşitli sembollerle binanın üzerine işlenmiş. Yapının en üstündeki tp ise güneşi sembolize etmektedir.

Petra’ya Kuşbakışı Bakmak : Petra’nın asıl manzarasını yukarıdan görmek için sizi biraz zorlu bir yol bekliyor. Hazine binasına yüzünüz dönük haldeyken sol tarafa doğru yani tuvaletlerin olduğu kısma doğru gitmelisiniz. Ancak bu yolu yalnız çıkmanızı kesinlikle tavsiye etmiyoruz. Zaten hazine binası önünde yereller size elindeki telefonlardan manzara fotoğrafını gösterip çıkarmayı teklif ediyor. Bize teklif edilen ücret kişi başı 5 dinardı. Pazarlıkla bunu 3 dinara kadar indirebildik. Dik kayaları bize eşlik eden rehberlerimiz sayesinde yaklaşık 10-15 dakika içinde tırmandık. Ben ki sandalet ve etekle burayı tırmandıysam hepiniz tırmanırsınız. Sakın ola dik kayaları görünce korkup geri dönmeyin.

Hazine binasının önünden sağ taraftaki ana yolu takip ettiğinizde Kral mezarlarına ve tiyatro ve sütunlu yola ulaşabilirsiniz. Sütunlu yolun sonuna varınca Manastır tabelasını göreceksiniz. Bu noktadan sonra uzun bir tırmanış sizleri bekliyor. Manastır ziyaretinden sonra Petra gezinizi sona erdirip aynı yolu tekrar yürüyerek geçmeniz gerekiyor.

Umuyoruz ki eksiksiz bir Ürdün makalesi olmuştur. Yazdıklarımız dışında merak ettiğiniz bir soru olursa makalemize yorum bırakabilir ya da bizimle iletişime geçebilirsiniz. Hepinize şimdiden bol eğlenceli bir Ürdün turu dileriz. 

HİCAZ DEMİRYOLU

Hicaz Demiryolu Osmanlı’nın gerçekleştirdiği en önemli projelerden biridir. Almanların desteğiyle yapılan gerçekleştirilen proje 1900-1908 yılları arasında II.Abdülhamit tarafından Şam ve Medine arasında yapılmıştır. Projenin orjinali İstanbul-Medine olmasına rağmen ne yazık ki bu kadarı yapılabilmiş. Maksat Osmanlı’da yaşayan müslümanları hacca taşımakmış. Alman desteği demişken bu sayede kaçırılan tarihi eserleri ucundan vurgulayalım! Bugün Ürdün topraklarında bulunan Hicaz demiryolunun vagonu orjinal olup turistler için kısa bir sürüş de gerçekleştirilmektedir. Wadi Rum’a yolu düşen herkesin vadi öncesi uğrak yeridir.  

WADI RUM

Tarihte günümüzün Ürdün topraklarını oluşturan bölge birbirini takip eden hareketlenmelere maruz kaldığından  kumtaşı topraklarının oluşmasına sebep olmuştur. Depremler, yağmur suları ve yağmur sularının kum yüklü aşındırıcı rüzgarlar bu oluşumu meydana getirmiştir. 700 metre kalınlığındaki kumtaşı katmanlarının çatlamasıyla başlayan süreç Wadi Rum’ı ve Disi kanyonlarını oluşturmuştur.

Burası Ürdün’ün en hassas bölgesidir. Kraliyet Doğa Koruma Topluluğu (RSCN) 1998’de Rum Vadisini Koruma Alanı’nın bir parçası ilan etmiştir. Bu bölge turizmi korumaya ve geliştirmeye çalışan aynı zamanda da doğaya saygılı ve yerel Bedevi topluluğuna yaşanabilir bir çevre sağlamayı amaçlayan Akabe Özel Ekonomik Bölge Yönetimi (ASEZA- The Aqabe Special Economic Zone Authority) tarafından korunmaktadır.

Yaklaşık 1.8 milyon yıl önce Wadi Rum ilk insanların Afrika ve Asya arasında göç için kullandıkları rota üzerinde bir köprüymüş. Arkeolojik alanlarda yapılan araştırmalar by bölgenin yoğun bir yerleşim alanı olduğunu göstermektedir.

Bedeviler : Bedeviler binlerce yıldır Wadi Rum bölgesinde yaşamlarını sürdürmektedirler. Bedevi çadırları kadınlar tarafından keçi, koyun ya da deve yününden örülür. Bu çadırlar, içinde yaşayan insanların ihtiyaçlarına ve çevre koşullarına en uygun çözümdür. Bir çok küçük bedevi grubu halen Rum Vadisi ve Disi topraklarında yaşamlarını sürdürmektedir. Günümüzde Wadi Rum’da yaşamaya devam eden bedeviler turistlere rehberlik, şoförlük hizmetleri vermektedirler. Wadi Rum dünya üzerinde Mars’a en çok benzeyen yer olarak bilinir. Matt Damon’un oynadığı Marslı / The Martian filmi de burada çekilmiştir.

Wadi Rum hakkında daha detaylı bilgi için makalemizi okuyabilirsiniz.

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

GEZGİN ÇİFT

Biz Orkun ve Neslihan. 2008 yılında hayatımızı birleştirdik. Ardından GEZGİN ÇİFT isimli web sitemizi kurarak gezilerimizi, anılarımızı buraya yazar olduk.

2014 yılında her ikimiz de mesleğimizi bırakıp tam zamanlı gezmeye karar verdik. Aradan geçen kısa bir süre sonra bizimle gezmek isteyenlere liderlik yaparak şimdi hem geziyor hem de gezdiriyoruz.

Hakkımızda daha fazla bilgi için BİZ KİMİZ sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.

Diğer Yazılar
İLGİLİ

Ürdün Nerede Nüfusu Başkenti Nasıl Gidilir

Ürdün turumuzu ilk defa 2016 Nisan ayında gerçekleştirmiştik. 3...

Petra Gezilecek Yerler

Ürdün'de görülmeye değer yerlerin en başında tabi ki Petra...

Wadi Rum Ürdünün En Büyük Çölü

Yüksek tepeleri, kumlu vadileri ve kırmızı dik kayalıkları Wadi...

Ürdün Gezilecek Yerler

Orta Doğu ülkesi olan Ürdün ne yazık ki hak...